Yağmur, meramını anlatmaya dili dönmeyen çocuğun hıçkırıklara boğularak ağlamasını andırır bir şiddetle aniden bastırdı. Gök, yere içini döktükçe ferahlıyor her ikisi de. Toprağın iliğini suya kandıracak. Kuru yaprakları telaşla sağa sola koşturan rüzgârın gayreti beyhude, bu dem her şey ıslanacak. Güvercin Dede de sudan nasibini almış. Yağmurdan müteşekkil sanılacak yorgun bedeni yavaş yavaş yaklaşmakta. Seyrelmiş sakalları, sık yağmuru süzmekte, kirpiklerine binmiş damlalar. Damlalar içinde kaybolup gidecek kadar hafifliyor kolları. Gülümsüyor. Bir insan, içinde bulunduğu her hâli nasıl aynı munislikle karşılayabiliyor?
“Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayâsızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. İşte Allah, aklınızı başınıza alasınız diye size böyle öğüt veriyor.” (Nahl, 16/90)
“Islanıyorsun Güvercin Dede, evinde dursana be adam! Kocaldın sen. Ölüp gitmesen bari bunca ıslanmışken...” diyor, bir nine.
Yağmur ihsandır Güvercin Dede, göğün yere adaletidir. Adalet içten dışadır, ihsan ise içten daha içedir. Yapılanın yapana her türlü döneceği hakikati ile yoğrulmak, ihsana mukavemeti ortadan kaldırmak içindir. İhsan, adaleti gözetip ruhu temizleyecek bereketi taşır; nehirleri, gölleri, okyanusları taşırır. İnsaf ile ihsana adalet rehber olursa feragat ve gani cömertliğe bu sayede varış mümkündür. Adalet, iyiliğe iyilikle gitmektir ama ihsandır Güvercin Dede’nin çatlak avucunda sıkıp durduğu darı. Nizamın eşsiz ahengi ile inip kalkan güvercin kanatları, darılara dolmuş fedakârlığa ve nihayet her yutuşta sevince döner her akşamüstü.
Samimiyet mülkünün amirini memnun etmez mi erdem, cömertlik, kerem? Böylece kepenkler inmez mi insanın aydınlık yanından kopmuş karanlığına, gönülde çatır çatır kurumuş köşeler berrak denizlerle yunmaz mı, ulaklar sırlamaz mı kelamın içindeki hatırı, derdin yanına katık olmuş gözyaşları can suyuna doyurmaz mı taze dikilmiş umut fidanlarını? İnsanın bir lokmacık canı, iyiyi kötüden ayırdıkça yeryüzüne şifa olmaz mı? Hakikat sürmesi zalimin kapkara gözlerine değse de seçilmez mi? Hepsi bir şartla şanına yaraşır insanın: Her şartta insan kalmış olmak.
Hoşgörü ve sabır, kararlılık ve cesaret, kanaat ve şükür; hepsi sıcacık yüreğe sığacak kadar küçük, on binlerce ağızdan taşacak kadar kalabalık. İnsanın yükü adalet ve ihsandır diyorum Güvercin Dede. Bu yükü adabınca taşıyıp da aşması gereken dağlar, önünde burcu burcu kekik kokularıyla sıralanacak. Dağlar aşıldıkça yol kolaylaşacak amma takat elverir mi? Nefes, nefese eklenmezse zincir kopmaz mı? Yasaklar da besbelli ta evvelden üstelik: Hayâsızlık, kötülük, zorbalık.
İnsan mola vermeli zaman zaman, ama “nerede durarak”; yoksa hem emek hem inanç, zaman dışı bir bulutun içinde yitip gider. Hasadı kaldırmak terleyenin hakkı. Penceresinde toprak kokusunu hissederek kahvesini telvesine dek yudumlamış komşu ninenin, güvercinlere gülümseyerek bakarken benimle aynı şeyi düşündüğüne eminim.
İnsan olmanın iskeletine giydirilmiş aynı yazgıyı yaşarken, unutmamak gerekir ki ömrün az ötesi ölümle göz göze gelinecek ân. Nakkaşın nakşı gibi düşer güzel insan kiminin bahtına, o baht her yağmurda yuna, arına. Nasıl desem Güvercin Dede, öfkeli sabırsızlıklar da insana has, tedirgin hoşnutsuzluklar da... O zaman ya yağmur olunacağı ya yağmura karşı içilen dinlenmiş, suyu telvesinin üzerine yükselmiş kahve... Köpüre köpüre, körpelikleri terk etmeyi öğrenecek insan. Acemi eller kanayıp yarılarak ustalaşacak. Eşikte bekleyenler eşiği aşacak anladım ve bildim, düğümü çözenlerin sabrı karışacak ipin örgülerine. Hayat herkesi orta yerinden üç beş kez düğümler. Yokla, ölç, tart nafile. Düğümü ancak onlarca talihsiz denemeden sonra edindiğin tecrübenin gücüyle açarsın. Düğümün yeri kalır öylece; iyileşmek yaranı tanımakla, tımarlamakla mümkün.
Kırdılar diyelim ki tüm camlarını, yüreğini zorlamakta çetin ayazlar. Nasıl adalet, ihsan, cömertlik kollar insan? Diğer yanda nefis haykırıyor: İntikam. Aklımızı başımıza alalım diye Allah öğüt vermiş en baştan. İnsana yosun bağlamış bütün setleri deviren üç dalga lazım: Hayâ, iyilik ve vicdan.
Güvercin Dede darısını savurdu. İliklerine dek ıslanmış ama biliyor ki iyilik, sözünü tutmakla başlar. En hasta vaktinde bile burada güvercinlerine sunduğu darıları eksiltmiş değil. Bir kahve de ben yapıyorum şimdi. Bir iki kez cezvede köpürüp sönüyor. Akça fincanımı alıp geçiyorum cam kenarına. Karşıdaki nine ile bakışıyoruz bir süre. Nine bağırıyor ta oradan buraya, yağmuru aşan kelimeleri kulağımda böylece:
“İyi ki iyi insanlar var! Bak onlarda güvercinlerin dahi nasibi var. Kahve pekçe köpürsün istiyorsan son demde karıştırma. İyi kahve yapmak, dürüst kalmak kadar zordur vesselam.”