Gelmesini istediği misafirleri olur insanların. Günler öncesinden hazırlıklar başlar. Tatlı telaşların taze heyecanlara bulaştığı koşuşturmalar birbirini takip eder. Acaba eksik bir şey kaldı mı kaygısı, onunla yeniden karşılaşmanın neşesine belenir. Gözümüzün yollara aktığı misafirimize sadece hanemizi açmayız, aynı zamanda gönlümüzün en müstesna yerini de hazırlarız. Özel kimseler için hazırlanmış ikramlarımızı, sunumlarımızı, odalarımızı, kılık kıyafetlerimizi, yiyeceklerimizi yeniden gözden geçirir, etrafı, köşe bucağı temizleriz. Onun gelişinden memnun olduğumuz gibi onun da bizden razı olmasını dileriz. Ayrılırken gönlünde bir hoşluk, yüzünde tatlı bir gülümseme, geldiğine ve bize misafir olduğuna memnun bir duyguyu yanında götürsün arzularız. Hatırında bir kahve tadı, dimağında anılar sergüzeşti kalsın isteriz.
İnsan hatıraların güzelliğiyle doldurmak ister hayat defterini.
Sen de bize öyle geliyorsun ramazan. Geliyorsun ve gündelik hayatın dışına çıkarıyorsun bizi. Rutinlerimizi bozup, yaşama, varlığa ve ölüme daha derin anlamlar katıyorsun. Seyahat çantanda misafir olduğun her kişiye özel hediyeler bırakıyorsun üstelik. Çocuk veya ihtiyar, kadın veya erkek fark etmeksizin herkes bu hediyenin özlemini taşıyor içinde. Özenle sarılmış kutunun üstünde bir iplik. İpliğin düğümü sadece hediye verilen kimsenin çözebileceği bir mühürle sırlanmış. Sırrı çözmek için hazır olmalı insan; hazırlanmalı. Örneğin temizlik yapmalı ilkin. Nadide çiçekler büyüten bir bahçıvan inceliğiyle işlemeli gönül bahçesini. Toprağını ilahi neşenin çimleneceği tohumlara hazırlamalı. Kalbini katılaştıran taşlardan, toprağını kirleten molozlardan, reyhan kokulu bitkilerine zarar veren kimyasal ve fiziksel atıklardan arındırmalı. Suyun en durusunu kullanmalı bahçesini yeşertmek için. İklimin en güzel havalarını gözetmeli. Doğum yakın; gökyüzünde hilali beklerken mübarek tohumun filizleneceği toprak da ona layık olmalı.
Ramazanın getirdiği hediyeyi açmak için ruhuna besmele çektirmeli insan.
Varlığını gözlerimizden önce burnumuzla hissederiz bu güzel hediyenin. Ruhsal olanın kokusu yayılır evimize. Biz modern insanlar yapay kokuların işgaline maruz kaldık, suni tatlar ormanında yolumuzu kaybettik. Ruhumuza rehberlik edecek, ötelerden esen bir rüzgârla bize semanın buğusunu indirecek bir atmosfere ihtiyacımız var. Ramazan bir anne kokusudur; hafızamızın en gizli yerlerini kendine mesken tutmuş bir miski amber bahçesidir. Hatalarımızı, zaaflarımızı, günahlarımızı siler, o kokuyla yeniden doğar, yenileniriz adeta. Oruç sayesinde ilk önce ilahi atmosferin havasını soluruz. Belleğimizi kokular oluşturduğu için ruhlar âleminden bir ânı hatırlatır bize ramazanın hediyesi. Ait olduğumuz toprakları, ardından yeryüzüne düşüşümüzü, dünya yolculuğumuzu ve ruhumuzun dönmek için duyduğu arzuları… Ramazan bir kokudur her şeyden önce, ana yurdumuz olan cennete dönebilmek için takip edebileceğimiz bir izlek oluşturur bize. İnsan sevdiğinin kokusunu özler. Nasıl ki Yakup Peygamber “Ben Yusuf’un kokusunu alıyorum” diyerek dile getirdiyse özlemini, iyi bir mümin de ramazanın kokusunu hisseder ilkin. Ramazan göksel bir esintidir bir bakıma. Gönül ocağımıza ıtırlarını bırakacak bir atmosferdir. Efendimiz aleyhisselam, Cebrail gelmeden önce kokusunu alırmış vahyin. Rayiha, sözden önce gelir; havayı değiştirir, ilahi kelamın büyüsünü çoğaltır böylece. Kuran okuyan müminin güzel koktuğunu yine Peygamberimizin hadislerinden biliyoruz. Tıpkı dünyadan kendisine sevdirilen üç şeyden birinin de koku olduğunu öğrendiğimiz gibi. Velilere bile içlerinde devirdikleri zikirlere ve dillerinde çevirdikleri esmalara göre rayihalar ikram edilirmiş. Fıtrattaki ilahi özün kokuyla kendini ifşa etmesi ne güzel bir incelik. Tıpkı bitkilerde olduğu gibi. Çünkü koku, bitkilerin ruhudur. Her varlığa, ilahi özün esintisi dokunmuş olduğuna göre bitkilerden yayılan miskin kaynağı da semavi olmalıdır. Koku ilahi bir remizdir bu açıdan. İşaretlerin dili, kokuların izleğiyle şerh edilebilir ancak. Her çiçek esmanın teneffüsünden bir iz taşır; gülün payına da Peygamberimizin kokusu düşmüştür böylece.
Ramazan bir ses getirir bize hediye olarak. Sessizliğin diline aşina olanların duyabileceği bir nidadır bu. Kişiyi ilahi olandan önce kendine çağıran, kendisiyle buluşturan ve barıştıran bir sesleniştir. İnsan hediyeye layık olabilmek için önce kulağının pasını silmeli, ilahi sedaya hazırlanmalıdır. Çünkü gürültü ormanında kendimizi kaybettik biz. Yalnızlığın ve sessizliğin kötü bir şey olduğunu öğrettiler bize. Öyle uzak düştük kendimize. Duyduğumuz her yalancı çağrıyla, ne yöne gideceğimizi bilemez hâlde, şaşkın ve biçare kaldık ve içsel sesimizi duyamaz olduk. Modern hayat her şeyden önce bir gürültü çağlayanıdır. Kulağımızı, oradan beynimizi ve gönlümüzü işgal eden anlamsız fakat iştah açan ultrasonik uğultular şelalesidir bu çağ. İçimizdeki duru ırmakların şırıltısını duyamaz olduk. Fazlalıklardan kurtulmak ve ruhumuzu arındırmak için semavi membaın ırmağında yıkanmalı duyularımız. İnsan kulaklarından aşılanır çünkü. Gönül akordunu kaybetmiş kimseler için ramazan bir sedadır; bütün azalarıyla birlikte ilahi tınıyı duyabileceği bir orkestradır. Teravihte uhrevi bir koro, itikâfta manevi bir solodur ramazan. Sahurda mahmurlu bir neva, iftarda dualarla yükselen bir nidadır.
Edadır ramazanın bize getirdiği hediyelerden biri de. Davranışlarımızı yeniden gözden geçirmek, tavırlarımıza incelik ve sadelik katmak için bir muaşerattır. Durursak düşeceğimiz söylendi bize. Yavaşlamanın kaybetmek olduğunu bellettiler. Oysa koşarak ve hızlanarak kaçırdık birçok şeyi. Neye yetişeceğimizi bilmeden koştuk asırlarca. Ramazan yavaşlamaktır; imsaktan iftara beklemek ve geçen vakti dura dura yudumlamaktır. Ruhunun mahzeninde gizlenmiş dilsiz aydınlıklara sığınmak, kelimelere ihtiyaç duymayan sessiz zamanların sırrına ermektir. Çünkü insan yavaşladıkça incelir kavrayışı. Fazlalıklarından arındıkça sadeliğin derinliğine varır ve ânın değerini bilir. Hırslarından kurtuldukça özgürleşir insan ve hazzı erteledikçe sabrın gün aydınlığına varır. Ramazan bir libastır; dünyanın kirlerine karşı ruhumuzu koruyacak esvabı giyinmektir. Ağaran tanı kendine örtü yapıp, görülenin ötesinde beliren bir perdede can bulmaktadır. Cennet bir bahçe düşü değil midir, ruhumuza esintisi vuran. İmsak cennet düşünü büyütmek, iftar ise o havayı solumaktır. Ramazan sayesinde insan sınırlarını öğrenir. Eşikte beklemeyi, hududu korumayı, ilkeleri muhafaza etmeyi, haddi bilmeyi öğreneceği büyük bir tedrisattır. Bir eğitimdir ramazan; “ben”in içindeki gerçek “Ben”i keşfedeceği derin bir müfredattır. Terazinin hilelerini bozmak, mizanı Hakk’la tartmaktır. İnsan yanılgılarını büyütür fark etmeksizin. Kusurların aynasında kendini görmek istemez. Hayatın manasını fiziğinin ötesine geçiremez. Sakin düşlerin ağlarına yem olur da deryaların en büyük avcısı olduğu vehametiyle yaşar. Kendinden kendine bir köprü vardır herkesin, işte bu köprüyü yıktığını bilmez. İçindeki karanlığa hapsolmuştur, dışarıdaki güneşe öfke kusar. Gözünde eşyayı o kadar büyütür ki, gönlündeki merceğin yanılgısını anlamaz. Ramazan hakikatle hizalanmak, Hakk’ın ince ayarına göre tartılmaktır. Eşyanın künhüne varmak, mücevheri cüruftan ayırmaktır. Bazen azın çok olduğunu, çok olanın ise bazen yetmediğini fark etmektir oruç. Nefsin hengâmelerinden kurtulup ruhunu neşelendirecek muhiti bulmalı insan. Çölün ardındaki vahayı görmeli. Bunun için sınırsız arzulara filtre takmalı, yetinerek çoğalmalı, sevgi ile emek arasındaki ilişkiyi kavramalı, kendisine bağışlananın değerini bilmelidir. Zira bereket, ölçülebilir bir şey değildir. Değerin sayısal bir karşılığı yoktur çünkü. Kazanmak için gerektiğinde vazgeçmeli insan. Bazen sıkı sıkı tuttuğumuz şeyleri bırakmaktır hürriyet. İnsan duruşunu ve duyuşunu kazanır oruç sayesinde. Niçin yaşaması gerektiğinin künhüne varır. Dünya gözünde araza döner de, cevherin sofrasından rızıklanır böylece. Gözü içine bakar önce, kendisiyle hesaplaşır, kendisiyle barışır. Ötekinin günah kazanında kendi aşını pişirmemeyi, kötülüğün aynasında süslenmemeyi, hırs ve ihtirasın libasıyla giyinmemeyi ramazandan öğrenir.
Ramazanın getirdiği başka bir hediye de davettir; yolculuk daveti. Senden sana, senden varlığın kalbine uzanan bir yol vardır çünkü. İnsan varmak ister. Ramazan yolu öğrenmek, yolcuyu tanımak ve menzili bilmektir. Kötülüğü geride bırakıp, güzelliğe yönelmenin, iyiye doğru gitmenin, adım adım hakikate yürümenin, Hakk’a ulaşmanın pusulasıdır ramazan. Çok sesli ve çok renkli bir âlemin ortasındayız. Ne yöne gideceğimizi kestiremez olduk. Gözlerimizi işgal eden yalancı tabelalar, kulağımızda yankılanan sahte anonslarla yönümüzü kaybettik. Artık adımlarımıza tedirginlikler ve tereddütler hakim. Renklerin büyülü albenisiyle oyalanırken, maveraya giden treni kaçırdık. Meydanlardaki lalettayin cümbüşlere takılıp kaldık, ötelere varan gemiler kalktı limandan. Şaşkınız, biçareyiz hayat şehrinin ortasında. Oruç bir bilettir bize. Ramazan, havalimanlarını gönlümüze açarak, uhrevi kanatlarla semanın derinliklerine doğru yükselmektir. Ulu dağları, geniş düzlükleri, derin vadileri, durgun denizleri ve suları aşarak abıhayatla susuzluğu gidermektir. Ramazan her ikindi vakti, gün iftara varırken Mushaf’ın aynasından kendini okumak, nefsinle mukabele etmektir.
Ve gün akşam olur, mahyalar yanar peygamber sözüyle. Sokakları ezanlar süsler minareden yayılan. Kadrini bilenler için geceler gelip geçer. Vakit bayrama erer. Ve geldiği gibi ramazan bir misafir olarak yola çıkar tekrar. Evin güngörmüş ihtiyarları, titrek ellerindeki bardaklarda bir içim su, son iftarda yol ederler bu kutlu misafiri. Nemli gözlerle yeniden gelmesini umarak, yeniden kavuşmayı dileyerek dua ile kararlar akşamın karanlığını. Ramazan da yolcudur şimdi. Hem yoldur hem de yolcu. Şehirlerimizi, sokaklarımızı, evlerimizi ve ruhumuzu süsleyen ve bize hediyelerini bırakan kutlu bir yolcu.