Hayao Miyazaki’nin, son filmi olacağını belirttiği ve torununa ithaf ettiği Çocuk ve Balıkçıl, izleyiciyi büyülü bir yolculuğa çıkarırken yaşamın döngüsel doğasını, hatıraların kalıcılığını ve insan ruhunun dönüşüm kapasitesini keşfetmeye davet ediyor. Bu film, Miyazaki’nin daha önceki eserlerinde sıkça işlediği doğum-yaşam-ölüm sarmalını yeniden sahneye koyar. Filmin ana karakteri Mahito, büyük amcasının mirasçısı olarak başladığı bu serüvende hatıraların gücü ile kendi kaderini şekillendirir. Filmde başından sonuna kadar unutmanın kaçınılmazlığına rağmen hatıralara tutunmanın yaşamı anlamlandıran temel bir değer olduğu fikri işlenir. Mahito’nun bir anıyı yanında götürmesi, Miyazaki’nin dünyasında hatıraların yaşamsal önemini bir kez daha vurgular.
Miyazaki, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde Japonya’nın yeniden inşa sürecinde büyür ve bu savaşın travmatik etkilerini bire bir deneyimler. Özellikle babası bir savaş uçağı parçası fabrikasında çalıştığı için savaşın ekonomik ve toplumsal etkileri hayatında önemli bir yere sahiptir. Çocuk ve Balıkçıl filminde de Mahito, savaşın gölgesinde yaşayan bir çocuğu simgeler. Annesinin yangında ölmesi ve etrafındaki insanların travmatik geçmişleri, Miyazaki’nin savaş sonrası Japonya’ya dair anılarını ve toplumdaki yaraları yansıtır. Bu tema, Miyazaki’nin Hiroşima ve Nagazaki’nin etkilerini hissettiği gençlik dönemine ve Japon toplumundaki değişimlere duyduğu derin ilgiyi ifade eder.
Film, büyük bir yangınla başlar; bu yangın yalnızca Mahito’nun dünyasındaki fiziksel bir felaket değil aynı zamanda onun içsel dünyasında başlayan büyük bir değişimin sembolüdür. Annesini kaybetmesine rağmen, annesinin hatırası, alevlerin içinden bir “alev kadın” olarak Mahito’nun karşısına çıkar. Bu figür, ölümün fiziksel bir son değil ruhsal bir tahavvül anlamına geldiğini gösterir. Miyazaki’nin “hibakusha sineması” olarak bilinen tarzı burada da kendini gösterir; Japonya’nın atom bombası sonrası yaşadığı derin toplumsal yaraları ve dönüşümü simgeler. Nietzsche’nin de belirttiği gibi “Kopmak zordur, bir bağı ortadan kaldırmak acı vericidir. Fakat çok geçmeden yerine yeni bir kanat çıkar.” Atom bombası neticesinde hayatta kalan kurbanlardan biri olan Miyazaki’nin Mahito’da simgeleşen kanatlanışı, radyasyonun vücutta yarattığı mutasyonlar gibi burada da bir değişimi ifade eder; fiziksel bozulmanın yerini ruhsal güçlenme alır.
Miyazaki’nin büyük amca figürü filmde kendisini temsil eder. Bu figür, Mahito’ya rehberlik ederken aynı zamanda Miyazaki’nin yaşam boyu sanatına kazandırdığı değerleri ve mirasını taşır. Büyük amca, Mahito’dan “salt iyilikten oluşan taşları dizmesini” ve dengenin önemini öğrenmesini ister. Bu, Platon’un erdem teorisine bir gönderme olarak değerlendirilebilir; çünkü erdem bilgeliği, ahlaki doğruluğu ve dengeli bir yaşam anlayışını içeren bir ideal olarak sunulur. Burada Miyazaki, felsefi bir altyapı oluşturarak izleyiciye iyilik ve kötülüğün bir arada var olması gerektiğini, dengenin insan ruhundaki önemini anlatır. Büyük amcanın Mahito’ya öğrettiği bu ders, hayatın yalnızca iyilikle değil kötülükle de örülü olduğuna, kötülüğe karşı temkinli bir iyilik oluşturmanın gerekliliğine işaret eder. Bu durum, Miyazaki’nin çocukları bir birey olarak kabul edip hayatın gerçekleriyle yüzleşmelerini sağlama amacıyla örtüşen pedagojik yaklaşımıyla derin bir bağ kurar.
Mahito, hikâye boyunca labirente dönen dünyasını seçimleriyle şekillendirir. Balıkçılın kendisine sunduğu unutma teklifi ve bunu reddetmesi, Mahito’nun geçmişini ve hatıralarını kabullenerek bir anlam bulmaya çalıştığını gösterir. Filmin sonunda bir anıyı yanında götürerek çıktığı bu yolculuk, insanın geçmişini kabul etme ve geleceğe taşıma arzusunun bir simgesidir. Hatıralar sadece bir bireyin değil bir kültürün ve bir neslin değerlerini taşıyan unsurlar olarak önemlidir. Filmde yer alan warawara ruhları, Miyazaki’nin önceki eserlerinden Komşum Totoro ve Ruhların Kaçışı’na yapılan ince göndermelerle yeniden doğuşun bir parçası olarak sunulur. Warawaralar, büyüyebilmek için yaşlı bir balığın ölümüne ihtiyaç duyarlar; bu, yaşam ve ölümün ayrılmaz bir dönüşüm içinde iç içe geçmiş olduğunu ve her sonun yeni bir başlangıç doğurduğunu ifade eder. Japon mitolojisini simgeleyen bu ruhlar, filmin ruhani temasını derinleştirir.
Miyazaki, izleyiciyi hayatın hem acı hem de tatlı yanlarını kabullenmeye davet eder. Mahito’nun yüzüne bulaşan reçel yaşamın karmaşıklığını ve bireyin içsel mücadelelerinin değerini simgeler. Başına vurduğu taş ile yüzüne bulaşan kan ve neşeli bir sofrada yüzüne bulaşan tatlı reçel, Miyazaki’nin diğer eserlerinde de karşımıza çıkan iyilik ve kötülüğün bir arada var olması düşüncesi, bu filmde de güçlü bir şekilde işlenir. Filmin çeşitli sahnelerinde karşılaştığımız mizahi ve şaşırtıcı karakterler, örneğin balıkçılın içinden çıkan komik adam, Ruhların Kaçışı’ndaki kötü büyükannenin iyi ikizi gibi, düalitenin insan doğasında ve hayatın kendisinde kaçınılmaz bir gerçek olduğunu hatırlatır.