1509 yılıydı. İstanbullular gecenin geç saatlerinde büyük bir sarsıntıyla uyandılar. O günü yaşayanlar yerin ayakların altından kaydığına, gök kubbenin başlarına çöktüğüne yemin edebilirlerdi. O gece yaşanan deprem İstanbul halkının hayatını altüst etti. Kıyametin geldiğini düşünen insanlar daha sonra bu olayı anlatırken onu “kıyamet-i suğra” yani “küçük kıyamet” olarak adlandıracaklardı.
Osmanlı yönetiminin aldığı hızlı ve sert tedbirlerle şehir âdeta yeniden inşa edilerek depremin yaraları dokuz ayda sarılmıştı. Ama bu deprem, İstanbul için ne ilk ne son olacaktı. Asıl mesele, bu afete karşı insanların nasıl tavır alacağıydı.
Küçük kıyametin yaşanmasından on dokuz yıl önce Anadolu’da Kayseri’nin küçük bir köyünde doğan bir çocuk, depreme çözüm sunan zekâsıyla 16. yüzyılda parlayan bir deha olacaktı. Bu kişi, Kayseri’nin Ağırnaz köyünden Abdülmennan oğlu Sinan’dı. Bizim bildiğimiz ismiyle Mimar Sinan!
Bir Dâhi Yetişiyor
Abdülmennan oğlu Sinan, Yavuz Sultan Selim zamanında bir devşirme olarak Osmanlı Devleti’nin saray akademisinde öğrenci olmuş, parlak kariyerine ilk adımını atmıştı. Eğitiminden sonra devletin çeşitli kademelerinde görev almaya başladı. Görevlerindeki başarısı sayesinde kendisini fark ettirmiş ve kariyer basamaklarını tek tek tırmanarak hak ettiği makama ulaşabilmişti.
Kanuni zamanında orduya bir istihkâm subayı olarak giren Sinan orduyla birlikte imparatorluğun her yerine gidiyor, hem savaşta görevini yerine getirerek deneyimini geliştiriyor hem de farklı ülkelerin kendine has mimari tarzını gözlemliyordu. Kanuni döneminde Doğu seferinde Van Gölü’nde gemi inşa ederek kendini amirlerine ispatladı. Kanuni’nin Batı seferlerinde de aynı kabiliyetini sürdürünce Veziriazam Damat Lütfi Paşa’nın dikkatini çekerek padişaha tanıtıldı. Kanuni, yaşı kırkı geçmiş bu istihkâm subayının mimarlık ve mühendislik bilgisine, hayran oldu. Sinan’ı ordudan aldı ve onu hassa ser-mimarı yani bugünkü anlayışımıza göre bayındırlık bakanı yaptı.
Mimar Sinan Tarzı
İmparatorluk bakanı olan Mimar Sinan’ın en büyük başarısı imparatorluk toprakları üzerine yayılmış olan farklı mimari yapıtları inceleyerek onları kendi eserlerinde harmanlamasıydı. Ama bu harmanlama bir kopya ediş biçiminde değil, onların değerlerini özgünleştirerek yeni bir tarz oluşturma biçiminde oldu.
Onu orijinal kılan özelliği eldeki malzeme ile eserlerine yeni bir soluk getirebilme kabiliyetiydi. Çünkü onun eserleri imparatorluk eserleriydi. Bu nedenle Mimar Sinan’ın eserleri, İran’dan Anadolu Türk mimari esinlenmesine, oradan Gotik izlere kadar geniş tarzın yeniden ama özgün yorumlanmasıydı.
Bu ekol sadece Sinan’ın hayatıyla sınırlı kalmamış, ondan sonra gelen Mimar Mehmet, Dalgıç Ahmet Ağa, Mimar Davut Ağa bu ekolün önde gelen isimleri olmuştu. Mimar Sinan’ın dehasına ve bir ekol oluşturmasına belki de en güzel örnek, Hindistan’daki ünlü Tac Mahal’i inşa eden İstanbullu Mehmet İsa Efendi’nin de bu ekolden gelmiş olmasıydı.
Ama Mimar Sinan’ı güncel kılan özelliği eserlerinin depremle olan imtihanıdır.
Mimar Sinan ve Deprem
Mimar Sinan’ın İstanbul’da inşa ettiği devasa cüsseli Süleymaniye Camii’nin beş yüzyıl boyunca on beş tanesi 5.5 şiddetinin üzerinde olan seksen dokuz depremden hiç hasar almadan çıktığı düşünülünce insan sormadan edemiyor; Sinan ne yaptı da depreme yenilmedi?
Öncelikle mimar olduğu kadar deha çapında mühendis olan Mimar Sinan tam bir bilim insanıydı. Bunun pratiğe döküldüğü en önemli eser muazzam Süleymaniye Camii idi. Bu cami Kanuni gibi kudretli bir hükümdarın prestij eseriydi ve doğal olarak bir an önce bitmesini istiyordu. Fakat böyle güçlü bir hükümdarın ısrarı dahi Mimar Sinan’ı çizgisinden saptırmamış caminin yapımını asla aceleye getirmemiş, eleştirilere direnmiş ve adım adım ilerlemişti.
Mimar Sinan, Süleymaniye Camii için ilk iş olarak sağlam bir temel kazdırmıştı. Sadece bu iş bile bir buçuk yıl sürmüştü. Ardından temel yüzeyindeki toprak tabakasını kaldırdı ve kayalara ulaşılınca otuz bine yakın kazık çaktırarak bu kazıkların üzerine tonlarca ağırlıkta bloklar koydurdu. Bu işlem de iki yılı aşkın sürdü. Sultan Süleyman sabırsızlanıyor, Mimar Sinan’ın bürokrasideki rakipleri işi ağırdan aldığı dedikodularını yayıyordu ama Mimar Sinan bunlara asla kulak asmıyordu.
Bu işlem de bitince temele Mimar Sinan tarafından geliştirilen bir sistem kuruldu. Bu sistem deprem ve rüzgâr gibi yapıya zarar verebilecek olayların şiddetini azaltmaya yarayan bir sistemdi. Binalarda kullanılan bu sistemde, zemin ile yapının tabanı arasına esnek enerji sönümleyici elemanlar yerleştirerek zeminden yapıya aktarılan deprem kuvvetlerini azaltılıyor, sismik enerji ve hareketleri emerek yapının dayanıklılığı artırılıyordu.