Bir Ağaç Olmalı Merhamet

İnanıyorum ki yeryüzü insan için hazırlanırken tabiat sayısız güzellikle yaratıldı ve toprak türlü türlü ağaçla süslendi. Aslında insan tanıyordu ağacı ilk yurdundan. Her şey serbest ama bunun meyvesi değil denmişti; yine de yaklaşmıştı insan bir yalana kendini kurban ederek. Yediği anda bitmişti sonsuzluk rüyası. Duramazdı artık ebedî diyarda, çünkü kendisine merhametle davranılmış yerde hem tek olan bir yasağı çiğnemiş hem de nefsine yenik düşmüştü. O andan itibaren “dünya” denilen gezegende yaşayacak ve ölümlü olacaktı.

Önemli bir kuralı bozmuş olmasına rağmen insana merhametle davranıldı ve yeryüzü onun yaşayabileceği bir yere çevrildi. Tabiatla gezegenin yasaları insana göre programlandı. Havası onu boğmadı, suyu onu zehirlemedi, toprağı onu yutmadı. Çalışıp üretsin ve sonunda dinlensin diye geceyle gündüz döngüsü yaratıldı. Zamanı anlasın ve kavramaya çalışsın, böylece de yeryüzündeki günlerinin sayılı olduğunu hatırlayıp kötülüklerden uzak dursun da iyilik üretmeye gayret etsin diye mevsimler yaratıldı. Ve her mevsimde bambaşka nimetler sundu insana. Kimisini toprakta büyüttü kimisini denizlerin derinliklerinde kimisini ağaçların dallarında.

İnanıyorum ki ağaçlar biraz da hatırlatıcı olarak hayatımıza dâhil edildi. Nereden gelip nereye varacağımızı unutmamalıydık ama en çok da yanlışlarımıza rağmen merhametle kucaklandığımızı hatırlamalıydık. O yüzden de inanıyorum ki insan yeryüzüne indiğinde köklerini ilk yurda salan devasa bir ağacın gölgesinde dinlendi. Hatasına rağmen kendisinden yüz çevrilmediği gösterilmişti; çünkü geldiği yer, yaratıldığı yer “merhametlilerin en merhametlisi”ne aitti. Yeryüzünün acemisi olan insana yoldaşlık eden devasa ağaç, merhamet ağacıydı.

Yüzlerce hatta belki de binlerce yıl varlığını sürdürdü ağaç. Her mevsim büyüyüp geliştikçe insan da merhameti yaşattı. Unutmak mümkün değildi zira ağaç gözle görülür, elle tutulur nitelikteydi o vakitler. Kalın bir kabukla kaplanmış yaşlı gövdesi, gökyüzüne uzanan sayısız dalı ve mevsimine göre ya nefes kesici çiçeği ya da olgun meyveleriyle görmezden gelinmeyecek kadar güçlüydü. Fakat belki zamanla belki aniden bir şey oldu ve ağacın bazı yaprakları mevsimsiz bir şekilde solmaya başladı. Şaşırdı belki bunu gören insanlar, bir anlam vermeye çabaladı ama omuz silkip yollarına devam ettiler, çünkü fethedilecek toprakların çağrısını duyar olmuşlardı bir süredir ve yola koyulmalıydılar bir an önce.

Derken az veya çok zaman daha geçti ve bir bahar mevsimi, ağacın her yanına aynı anda su yürümedi. Dalların çoğu yeşerip çiçeklendi fakat bazısının sudan yana nasibi kesilmişti. Kuruyup sertleşti ve ilk kuvvetli rüzgârda bir daha geri dönmemek üzere çıtır çıtır koptu gövdeden. İnsanlar buna da anlam veremedi. Belki pek de umursamadılar, çünkü komşularıyla aralarına biraz daha mesafe koymanın yollarını ararken zihinleri yorgun düşmüştü.

Zayiatına rağmen hâlâ büyük, hâlâ ihtişamlıydı ağaç. Her mevsimin sırasını takip ediyor, gölgesinde yaşayan insanları nimetleriyle kolluyordu. Bazen meyveleriyle bazen gölgesiyle bazen de eşsiz bir nağme olan hışırtısıyla. Ancak bir gün gökyüzünü nereden geldiği bilinmeyen bir duman kapladı. Güneş pusun arkasına hapsoldu; yıldızlar geceyi süsleyemez oldu. İnsanlar rahatça nefes alamadığı gibi ağaç da dilediği kadar yükseklere uzatamaz oldu dallarını. Gri dumanın içinde gümbürtülü parlamalar görülüyordu zaman zaman. Çokça mevsim boyunca yeryüzü kadar hareketli kaldı gökyüzü de. O vakitler kimse ağaca bakmayı akıl etmedi.

Her şey bittiğinde ve gri duman bir gün kaybolduğunda ağacın yanı başında toplandı insanlar yeniden. Elleri bellerinde durup baktılar kararmış gövdesine uzun uzun. Sarsılmadılar, üzülmediler çünkü öyle korkunç şeyler görmüştü ki insanlar, “Buna da şükür!” diyerek yollarına ve işlerine devam ettiler. Ettiler ancak bilindik değildi hiçbir şey. Yeryüzü değişmişti artık; insan, ağaç… Eskisi kadar meyve alamayacaklarını insanların anlaması için biraz daha zaman geçmesi gerekiyordu.

İnsanların sayısı arttı, binalar yükseldi, uzak diyarlara gidildi, makineler kadim uykularından uyandırılan canavarlar gibi homurtularla dünyayı doldurdu ve toprak kimseye yetmez diye korkuldu. Koca ağaç yeryüzünün merkezinde duruyor olmasına rağmen insanlar onu görmez oldu. Görmedikleri için de neyi hatırlatması gerektiğini unuttular. Unuttukları için de merhamet yavaş yavaş silinmeye başladı kalplerinden. Birbirlerinden nefret etti insanlar, aynı toprakta birinin yaşamasını başkası istemez oldu, ölmeli dedi içlerindeki karanlık bir ses. Ve gün geldi oluk oluk kan aktı yeryüzünde. Ağacın köklerine kadar sızdı masumların kanı fakat zehirdi o, kimse bilemedi. Ağaçtan geriye kalan koca oyuğu görünce ürpermeli, korkuyla çekidüzen vermeliydi insan kendine ama yapmadı.