Uçurumun Kenarında Rüzgârla Pazarlık

Reza Jemali’nin yönetmen koltuğunda oturduğu Old Men Never Die, 2019 yılında Tokyo Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapıp festivalden Asya sinemasının geleceğini simgeleyen bir ödülle geri dönmüştü. Jemali, yalnızca yönetmen olarak değil aynı zamanda senarist ve yapımcı olarak da filmin tüm aşamalarına imzasını atmıştı. Daha önce Allah Görür, Köprü ve Sare’nin Sesi gibi kısa filmlerle sinema dünyasında kendine yer edinen Jemali, ilk uzun metrajı olan bu filmiyle trajikomik bir köy hikâyesinin ötesine geçerek derin varoluşsal sorulara ışık tutuyor. İran sinemasının minimalizm ve toplumsal temaları işleyen yapısıyla benzerlik gösteren film, bir yandan izleyiciyi güldürürken diğer yandan ölüm, yaşam, yaşlanma ve insanın varoluşsal kaygıları üzerine derin bir düşünme sürecine davet ediyor.

Film, İran’ın Azerbaycan sınırına yakın, dağlık bir köyde geçiyor. Köyün en yaşlısını ve babasını dahi idam etmek zorunda kalmış emekli bir cellat olan yüz yaşındaki Aslan, kırk beş yıl önce bu köye gelmiş ve o günden beri köyde kimse ölmemiştir. Film, bu tuhaf olay örgüsüne dayanarak ölüm ve ölümsüzlük kavramları etrafında şekilleniyor. Aslan ve diğer yaşlılar, ölümü arzulamakta fakat muhtelif yöntemler denemelerine rağmen ölmeyi başaramamaktadırlar. Filmin ilk sahnesinde öldüğü zannedilen bir yaşlının tabutundan çıkmasıyla hikâye ilginç bir şekilde başlar. Bu absürt sahne, filmin genel atmosferini belirleyen trajikomik unsurların habercisidir.

Old Men Never Die, yüzeyde basit gibi görünen bir köy hikâyesi anlatırken altında birçok katman barındıran bir yapıya sahiptir. Yönetmen Jemali, ölüm gibi ağır bir temayı mizahla harmanlayarak izleyiciye sunar. Bu mizah unsuru, Jacques Derrida’nın “dekonstrüksiyon” teorisine benzer şekilde filmdeki anlam katmanlarını açığa çıkarmaya hizmet eder. Yüzeydeki basit komedi unsurları, aslında derin bir varoluşsal sorgulamayı yansıtır. Aslan ve köydeki diğer yaşlıların ölümle olan ilişkisi, trajikomik olaylar üzerinden ele alınır; ancak bu durum yaşamın absürtlüğünü ve bu absürtlüğün içindeki anlam arayışını da gözler önüne serer. Jemali için mizah, yaşamın anlamsızlığı karşısında bir kaçış değil, bilakis, bu anlamsızlıkla başa çıkmanın bir yoludur. İzleyici, film boyunca hem güler hem de yaşamın ve ölümün doğasına dair derin sorularla karşı karşıya kalır.

Filmdeki karakterler, sürekli olarak ölümün peşinde koşan yaşlılardır. Bahsi geçen ölüm arzusu bize, Albert Camus’un Sisifos Söyleni’ndeki absürt hayatı anımsatır. Sisifos, her seferinde geri yuvarlanan bir taşı dağın tepesine çıkarmaya çalışan bir figürdür. Bu sürekli ve anlamsız görünen mücadele, filmdeki yaşlıların ölmeyi başaramamaları ve sonsuz bir döngü içinde yaşamaya mahkûm olmalarıyla paralellik gösterir. Ölüm, bu yaşlılar için bir kurtuluş olarak görünür ancak her defasında bu kurtuluştan mahrum kalırlar. Bu durum, varoluşun özündeki anlam arayışı ve anlamsızlıkla başa çıkma çabası olarak okunabilir. Yaşlılar, bir yandan ölmek isterken diğer yandan yaşamın anlamsızlığına karşı verdikleri mücadelede sıkışıp kalmışlardır.

Jemali, ölüm ile yaşam arasındaki bu gerilimi, doğanın görünümleriyle de destekler. Filmdeki birçok sahne, neredeyse tablo gibi çekilmiştir; yemyeşil dağlar, geniş düzlükler, renkli çiçekler ve bulutlarla kaplı gökyüzü, doğanın canlılığı ile ölümün soğukluğunu aynı karede buluşturur. Bu görsel kontrast, filmin temel temalarından birini oluşturur: Ölümle yaşam arasındaki gerilim. Aslan, film boyunca çatıda bir şeyler sular. Filmin sonlarına doğru suladığı şeylerin çiçekler olduğu ortaya çıkar. Bu metafor, ölüm ile yaşamın iç içe geçtiği, birbirine zıt görünen bu iki olgunun aslında aynı bütünün parçaları olduğunu işaret eder. Aslan, ölmek isterken bile hayat dolu çiçeklere su verir; yaşamın ve ölümün bir arada var olduğu bu çelişkili durum, film boyunca izleyiciye derin bir sorgulama sunar.

Filmde yer alan bir başka önemli unsur da su metaforudur. Yaşlılar, sürekli olarak bir havuza atlayarak intihar etmeye çalışır, ancak bir türlü ölemezler. Havuz, onları ölümle buluşturamayan bir ab-ı hayat gibidir. Su, yaşamın kaynağı olarak gösterilir ve Jemali, suyu ölümle hayat arasında bir geçiş unsuru olarak kullanır. Bu yaklaşım, Andrei Tarkovsky’nin Nostalghia filminde suya yüklediği anlamla benzerlik taşır. Tarkovsky için su, yaşamın ve varoluşun temel sembollerinden biridir ve Jemali de bu sembolü benzer şekilde kullanarak suyun derin anlamlarını keşfeder.

Filmde dikkat çeken bir diğer unsur, askerlerin varlığıdır. Yaşlıların her intihar girişimi, askerler tarafından engellenir. Askerler, burada adeta ölümle yaşam arasındaki dengeyi sağlayan melekler gibidir. Onların sürekli olarak yaşlıları kurtarması, ölümün aslında bir kurtuluş olmadığını, yaşamın değerinin farkına varılması gerektiğini işaret eder. Askerler aynı zamanda köydeki ölümsüzlüğe inanmazlar; bu yönleriyle de filmdeki itidali ve mantığı temsil ederler.