Bir Öykü Karakterinin Bunalımdan Kurtulduğunun Anlatısı

Rukiye Oklan’a

Ben yazarımdan asla kopamayan bir hikâye karakteriyim. Bakmayın böyle söylediğime o da benden kopamaz. Bunu biliyorum çünkü yaklaşık on dört buçuk yıldır birlikteyiz. Bugüne kadar dört öykü kitabının yanında onlarca dergide yüzlerce öyküsü yayımlanmıştır. Bu öykülerde yer alan karakterlerin yüzde doksan üçünde ben varım. Diğer yüzde yedilik kısımda da çocukları, ailesi, arkadaşları filan var işte.

“Hadi kurgusunda yer aldığın öyküleri biliyorsun, karakteri olmadığın öyküleri nasıl bilebilirsin?” diye bir soru sorabilirsiniz. Bu sizin en doğal hakkınız. Ama şunu söylememe izin verin lütfen: Bir hikâye karakteriyle karşılaştığınızda öncelikle sormanız gereken sorulardan biri bu değildir. Yine de böyle bir sorunun dolaştığı zihinlere bir cevap vermek isterim.

Ben bir öykü karakteri olduğum kadar iyi bir okurum da. O yüzden şu anda bile hangi kitapta hangi karakter var, çok iyi bilirim.

Yazarım, ki ben ona hep ismiyle hitap ederim, yazar Ferruh Virgülsever. Fakat bu yazıda onun herhangi bir dahli bulunmuyor. Bu yazı tamamen bana ait. Yani onun başkarakterine. Ama şimdi bu mesele üzerinde de durmayacağım. Bu yazıdan doğan tüm haklarımı ona devrediyorum. Zaten o da telif hakkı gibi meseleleri çok düşünmez. Telif demişken beşinci baskısı yapılmış kitabın ücreti gelmedi hâlâ. O, yayıncıya para işlerini falan da sormaz. Aslında paraya ihtiyacı da yok değil. “Kimin paraya ihtiyacı yok ki?” der her zaman. O yüzden bilirim, onun da paraya ihtiyacı var. Hem o baskının parası gelseydi de şu kredi kartının borcunu kapatsaydı, çok iyi olurdu. Böyle borç içinde olduğu zamanlar öykülerini farklı bir melodramla yazıyor. Beni de ağlatıyor. Yani hem karakter olarak ağlayan, sızlanan bir karaktere dönüştürüyor hem de ben bir okuyucu olarak ağlıyorum.

Adam işi biliyor çünkü. Burada bir şeyi ifşa etmemde bir sakınca olmaz diye düşünüyorum. Madem kalem elimde, istediğim şeyleri söyleme hakkı bende mahfuz. Yazar Ferruh Virgülsever, öyküleriyle ilgili okurlarının düşüncelerine çok önem verir. Tüm yazarlar böyledir sanıyorum. Ama bizimkinin en çok hoşuna giden yorumlar öykülerinin gerçekçi olduğunu ifade edenler. Bir okur söyleşisinde veya sosyal medya paylaşımında öykülerinin çok gerçekçi olduğu söylenince bizimkinin keyfi gıcır demektir. O gün herkese gülücükler saçar, mutluluktan yazmayı falan düşünmez. Hikâyeymiş, romanmış eline bile almaz. Belki birkaç şiir kitabı karıştırır. O da birkaç mısra okursa iyidir. O gün gökyüzünde uçan bir kuştur bizimki.

Aslında böyle mutlu günlerde yazması gerektiğini sık sık söylerim ona. Ama yazmaz. O yüzden benim olduğum öykülerde mutluluğun resmi pek çizilmez. Oysa hayat güzel. Güzel, biliyorum çünkü. Çocuklarını sevdiğinde, eşinin elini tuttuğunda, bir dostuyla muhabbet ettiğinde gözlerinin içi parlıyor bunu görüyorum. Bir insanın gözlerinin parladığı küçücük bir an bile varsa o hayat güzeldir, değil mi? (Bu sözü Ferruh Virgülsever’den almış olabilirim, o kadar da fiyakam olsun ama değil mi?)

Burada şunu da söylememe izin verin lütfen. Ben kıskanç bir öykü karakteriyim. Daha doğrusu kıskanç bir öykü karakteriydim. Ferruh Virgülsever’in benden başka hiçbir karakteri olmasın isterdim önceleri. Öykülerinde tek ben olayım. Her şey benim üzerimden yürüsün. Bazen bir gazeteci olayım bazen bir üniversitede hoca. Bazen bir fotoğrafçı bazen de ne yapacağını bilmeyen bir polis. Ne anlatmak istiyorsa benimle anlatsın istiyordum.

Önceleri bu fikir onun da hoşuna gidiyordu. Fakat bir süre sonra öykülerinde yan karakterler olması gerektiğine ikna etti beni. Bunun benim yerimin daha da sağlamlaşması anlamına geleceğini falan söyledi. Kabul ettim.

Evet, kurgularındaki tek karakter ben olmak istiyordum lakin kaliteli bir öykü için gerekli şartların oluşmasına da izin vermeliydim. Benim yazarım diye demiyorum ama Ferruh Virgülsever ikna konusunda da gerçekten çok iyidir.

Sonra benden başka ana karakterler de olması gerektiğini düşünmeye başladı. Onun zihninde olduğumdan ne düşündüğünü okuyabildiğimi söylememe gerek var mı, bilmiyorum. Uzun müddet bunu düşündü. Başka bir karakter üzerinden yazmaya başladığında ise beni yok saydı. Sesime kulak vermedi. Bu çok zor bir dönemdi benim için. Yok sayılmanın, değersiz bir karakter parçası gibi bir kenara atılmanın yükü benim için çok ağırdı.

Bunu çok uzun süre atlatamadım. Onunla tanışana kadar. Bir karakter olarak kalemi elime almamın sebebi de bu zaten. Ferruh Virgülsever’in benim yazmama izin veriyor olmasına şaşkınım. Çünkü kalemini seven bir yazardır kendisi. Hatta yazılarına dokunulmasını, en küçük bir imla değişikliğinin ondan habersiz yapılmasını istemez. O yüzden şu anda bu yazıyı yazıyor oluşum benim karakter tarihimde bir milat noktası olabilir.