“...ve Gerçek Sanatçı, Kendi Bağrından Şaheserler Yaratır.”

Yaralar vardır hayatta,

ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş

ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.

Sadık Hidayet

Belki yalnızca bir vehim. Belki arkası kesilmez hayaller. Belki yalnızca bir oyun; hayat. Çünkü rastlarız yalan söylediğine hayatın. Oysa ölüm yalan söylemez yalnızca. Yaşamın kederini, gamını, ağır yükünü omuzlardan alan; varlığı bütün vehimleri, hayalleri ve bütün oyunları yok eden ölüm yalan söylemez yalnızca. Hayat boyu seslenir de derinlerden, yanına çağırır bizi. Yüzümüzü avucumuza dayamış uzakları seyrediyorken kimi zaman, gözlerimizi daldığı boşluktan çekip alan ölümün sesidir. Ansızın, sebepsiz düşüncelere dalmışızdır da unutmuşuzdur zamanı ve mekânı; bize kendimizi ve dünyayı yeniden hatırlatan içimizdeki o üşüme, ölümün sesidir. En kızışmış anındayken yarıda kesiyorsak oyunlarımızı ve duraksıyorsak, ölümün seslenişini duymuşuzdur. Hayat boyu ölüm seslenir bize ve çağırır dilini bilmesek de. Size ölümün seslenişini daima işitebilmek için dünyayı zihninde karanlık bir odaya dönüştüren ve kendi karanlığından şaheserler yaratan bir kör baykuştan bahsedeceğim şimdi; Orta Doğu’nun Kafkası’ndan, Sadık Hidayet’ten.

Kadim bir kültür, mistik bir coğrafya ve Sadık Hidayet. Tahran’da sarayda makam, edebiyat dünyasında isim yapmış itibarlı bir ailenin içine doğar Sadık Hidayet. Dışa dönük, eğlenceli bir çocuktur önceleri ama birdenbire ailesinden uzaklaşmaya, içine kapanmaya başlar. Görünüşte daima gülen biridir; oysa ufacık bir dil yarasının, iğneli sözün yahut en küçük saçma bir olayın bile saatler boyunca düşüncelerini işgal ettiği melankolik, aşırı duyarlı, hassas mizaçlı birine dönüşmüştür gitgide. Henüz filizken hastalanıp çürümeye duran bir ağaç fidanı gibi çocuk neşesini kaybeder Hidayet, ruhu içten içe çürümeye başlar. Daha küçücük yaşındayken okulda çıkardığı Ölülerin Sesi adındaki duvar gazetesi, onun henüz yeşeremeden çürümeye duran çocuk ruhunun çığlığı gibidir. Neden ve nasıl olduğu bilinmez, henüz çocuk yaşında ölümün fısıltısını işitmiştir Hidayet. Çocukluk oyunları bölünmüş, çocuk aklında henüz anlamını bile kazanamamışken dünya, ölümün sesiyle zihnindeki bütün anlamlar bir toz bulutu gibi dağılmış; ruhu, henüz içi öz suyla dolamadan kuruyan bir üzüm tanesi gibi buruşuvermiştir.