Aslen Sarakustalı (Saragossa) olup sonradan Kurtuba’ya yerleşen bir aileye mensup olan İbn Rüşd, 1058’de Kurtuba’da (İspanya) doğdu. İbn Rüşd, dinî ilimlerde, tarih ve Arap edebiyatında yetişti, fıkıhta ve fıkıh usulünde derinleşti. Ailesi, zengin ve saygın bir geçmişe sahip olduğundan, İbn Rüşd’ün eğitimine büyük önem verdi. Kur’an ve İslami bilimler konularında aldığı eğitimle birlikte, Aristo’nun eserlerine olan ilgisi onu felsefeye yönlendirdi. Bu eğitim sonucunda İbn Rüşd, hem bir filozof hem bir hukukçu hem de hekim ve astronom olarak tanındı.
Bu yoğun eğitim hayatından sonra kırklı yaşlarında iken ders ve fetva vermeye, döneminin önde gelen fakihleri arasında yer almaya başladı. Hukuk alanındaki yetkinliğinden dolayı 1169’da Sevilla, 1172’de Kurtuba kadısı oldu. Kadılıktan ayrılmasından sonra çeşitli konularda çok sayıda eser yazdı. Eserlerinin tamamına yakını fıkıh (İslam hukuku) alanındadır. İbn Rüşd, hukukun yanı sıra felsefe alanında da çok önemli bir isim oldu. Aristo üzerine çalışmalar yaptı.
Felsefe ve bilim arasındaki ilişki İbn Rüşd’ün düşüncelerinin temelini oluşturur. O, akıl yürütme ile inanç ve vahiy arasında bir denge kurmaya çalışmıştır. Bu bağlamda, felsefi sorgulama ve bilimi, inançla birlikte ele almış; aklın, gerçekliği anlama yolunda bir araç olduğu görüşünü benimsemiştir.
Endülüs Kültür İklimi ve Etkisi
İbn Rüşd, Endülüs bölgesinin kültür ikliminde yetişmiş ve çalışmalarıyla da Endülüs’teki felsefi ve bilimsel düşüncenin köklü bir biçimde gelişmesine katkıda bulunmuştur. İbn Rüşd, Arapça, Latince ve İspanyolca gibi farklı dillerde eserler vermiş, bu eserleriyle hem İslam düşünce dünyasında hem de Avrupa’da önemli bir etki yaratmıştır. Onun felsefi yaklaşımı, dönemin sosyal ve kültürel yapısını anlamak için büyük önem taşımaktadır.
Endülüs, VIII. yüzyıldan itibaren Müslümanların egemenliği altına girmiş ve burası, farklı kültürlerin, dinlerin ve dillerin bir arada yaşadığı bir mozaik hâline gelmiştir. Bu ortam, İbn Rüşd gibi önemli düşünürlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Aynı zamanda İslam felsefesi, dönemin bilimsel gelişmeleriyle birleşerek Batı dünyasında büyük yankılar uyandırmıştır. Felsefi tartışmalar, bilimsel çalışmalar ve sanatsal etkinlikler, Endülüs’teki kültürel canlılığın göstergeleri arasında yer almıştır.
Avrupa’ya Felsefe Öğreten Âlim
İbn Rüşd tarihte Aristoteles’in en önemli yorumcularından biri olarak tanınmıştır. Aristo’nun eserlerine yaptığı yorumlar, onun felsefi mirasındaki en önemli unsurlardan biri olmuştur. İbn Rüşd, Aristoteles’in eserlerini Arapçaya çevirmekle kalmamış, felsefi metinlere eklediği yorumlarla da dikkat çekmiştir. Bu çeviriler ve yorumlar, özellikle metafizik, politika ve etik üzerine yaptığı çalışmalarla geniş bir okur kitlesine ulaşmıştır. Aristoteles yorumları, hem İslam dünyasında hem de Batı’da ses getirmiş ve özellikle Orta Çağ boyunca Aristoteles felsefesinin yeniden yorumlanmasına zemin hazırlamıştır. Batı Avrupa’da İbn Rüşd’ün düşünceleri, özellikle Aristotelesçi felsefeye olan ilgiyi artırmış ve bu felsefeyi savunan düşünürlerin başvuru kaynağı olmuştur. İbn Rüşd, akıl yürütme ve mantık konusundaki derin bilgisiyle sadece dinî metinlerin yorumlanmasında değil, aynı zamanda bilimsel yöntemin gelişiminde de belirleyici bir rol oynamıştır. Dahası, uzun vadede onun Aristoteles yorumları, Rönesans’ın ve dolayısıyla hümanizm düşüncesinin de zemininin oluşmasına büyük katkı sağlamıştır. Bilindiği üzere Rönesans, Batı’da merak ve keşif ruhunun ön planda olduğu bir dönemdi ve İbn Rüşd’ün akıl ile vahiy arasında sağladığı denge, dönemin düşünce yapısına önemli bir alt yapı sundu.
İbn Rüşd’ün en bilinen eserlerinden biri Tehafütü’t-Tehafüt adlı eseridir. Bu eserde, Gazali’nin Tehafütü’l-Felasife (Felsefecilerin Çelişkisi) eserine karşı tezler sunmuş ve felsefenin varlığını savunmuştur. İbn Rüşd, akıl ile vahiy arasındaki ilişkiyi derinlemesine irdelemiş ve bunların birbirini dışlamadığını vurgulamıştır. Bu noktada, onun düşünceleri Hristiyan düşüncesinde de önemli bir etkiye sahip olmuştur.
Tıp Sahasında
İbn Rüşd, aynı zamanda çağının en büyük hekimlerindendi. İbn Rüşd’ün Kitabü’l-Külliyye fi’t-Tıb adlı eseri, Batılılar tarafından Latinceye çevrilmiş ve Batı üniversitelerinde okutulmuştu. İbn Rüşd’ün el-Külliyyat adlı eseri anatomi, sağlık, hastalık, belirtiler, ilaç ve besinler, koruyucu hekimlik ve tedavi konularına dair yedi ana bölümden oluşur. O, tıp sanatının bölümlerini araştıranlar için bir giriş, bu sanatı uygulayanlar için de bir el kitabı olmak üzere kaleme aldığını bildirdiği eserde tıbbın genel konularını yani teorik yönünü ele almış, tek tek hastalıklarla ilgili görüşlerini ise ayrı bir eserde incelemeyi planlamış, fakat buna vakit bulamamıştır. Kendisi el-Külliyat eserinde kan dolaşımının şemasını ana hatlarıyla göstererek, tıp doktoru William Harvey’e öncülük etti.