“kâinat Okumak İçin Oldukça Zengin, Tıpkı Kütüphaneler Gibi.”

Yazıya, yazarak yaşamaya sizi sürükleyen ne oldu? Bu anlamda bir kırılma ânı mı var hayatınızda yoksa bir sürecin sonunda mı kaleme sarıldınız? Şule Köklü’yü edebiyatın kapısına getiren o hikâye neydi?

Yazmak, okumanın sonucu oldu aslında. Okumak ama neyi, diye sorunun cevabını genişletebiliriz. Bu meseleye bir virgül koyup yazma serüvenimin başladığı güne döneyim önce. Parçaları birleştirip bütünü elde etme isteği içimde hep vardı. Önce kumaş parçalarından başladım işe. Kıyafet tasarımcısı olmayı düşünüyordum. Geleneksel motifleri barındıran, yedi bölgenin ham kumaşlarını kullanarak yereli modernize edip yeni bir tarz hayali kurarken kelimelerin cümleye, cümlenin paragrafa dönüşmesinin içinde buldum kendimi. Ali Ural’ın atölyeleri buna imkân verdi. On beş yıl okudum, okurken de yazdım. Baktım beş roman ortaya çıkmış. Yazma hevesim ta çocukluğuma uzanır. Hikâye, masal dinleyicisiyken anlatmaya başladım. Anlatmaktan vazgeçtiğim vakit yazmaya başladım. Okumak ama neyi, diye yarım kalan sözü kısaca tamamlayayım. Kâinat okumak için oldukça zengin, tıpkı kütüphaneler gibi. Tabiatın tekerrürünü insanda fark ettiğim an kalem cevherini buldu. Dünya yazar için kurgu çeşitliliğine müsait, yeter ki çalışmış olsun.

Romanlarınızdan önce çok sayıda öykü yazdığınızı söylüyorsunuz. Bu iki tür arasında yazar açısından ne gibi farklar var? Öykücü bellek ile romancı belleğin teşekkülü, kurgusu, dille münasebeti ne gibi farklılıklar arz ediyor sizce?

Hikâye ve romanda dil farklılığı elbette vardır, mesela roman uzun tasviri kaldırırken hikâye kaldırmaz. Dil yazarın imzasıdır, üslup da öyle. Roman köküyle, gövdesiyle, dalıyla yaprağıyla bir ağaçsa hikâye o ağacın dalı, yaprağı, gövdesi, meyvesi, bazen de köküdür; dar alana odaklanmak zorundadır, kısalığı genişlemesine müsait değildir çünkü. Karakter, olay çeşitliliği hikâyenin özünde yoktur, az ve öz konuşması beklenir romanın aksine.

Geleneksel edebiyatımızda yer alan fabllarda, mesnevilerde hayvanlar esaslı bir yere sahiptir. Hayvanlar üzerinden kurgulanan alegorilerin nihai hedefi insanoğludur. Baltar romanınızda, kahraman olarak Anadolu’nun cins köpeğini, kangalı seçtiniz. Sizi bu romanı yazmaya iten duygu durumunuzdan, içsel sebeplerinizden, amaçlarınızdan söz edebilir misiniz?

Dünya bir savaş yeri, her canlı başka bir tür ya da türdeşiyle mücadele içinde ve bu böyle sürüp gidecek. Beyaz Diş romanını okuyunca Türk edebiyatında köpek kahramanı olan bir romanımız var mı diye düşündüm. Yoktu. Beyaz Diş kırma bir kurt köpeğiydi ve dünya onu tanıyordu. Kangal millî yerli ve kendine has insani karakteriyle yazılmayı çoktan hak eden bir köpekti. Onları çocukluğumdan iyi tanıyordum. Beyaz Diş köpeklerle dövüşe zorlanırken kangalla karşılaşmamıştı, yazarak onları tanıştırmış oldum. Baltar beş kangal köpek kahramanın olduğu bir roman. Her bir köpek kangalın yaşamsal dönemini temsil ediyor. İşte burada semboller var. Yaşlı Karabaş bilgeliği, yavru kangal Yağız çiğliği, dişi kangal Suna sadakati, Devir aklı, Baltar vefayı ve birçok şeyi. Tabii burada her birinin tek özelliğini yazmış oldum. Baltar romanıyla Anadolu kültürünü çeyiz gibi okuyucunun önünde sergiledim. Kangal köpekleri de bu serginin en canlı figürüydü.

Çocukluğunuza borcunuzu yine bir romanla ödediniz: Kızılırmak Çocukları. Hem bu romanın sizdeki karşılığı hakkında hem de sizin bugün çocukluğunuzla alışverişiniz hakkında neler söylersiniz? Yazınca tükenen bir şey mi çocukluk, yoksa çoğalan bir şey mi? Şule Köklü’nün çocukluğuyla arası nasıl?

Çocukluğu olmayanın hiçbir şeyi yoktur. İlçe, köy ve yayla üçgeninde büyüyen biri olarak oldukça hür bir çocukluk geçirdim. Tabiat her an benimleydi, ayağım toprağa ve suya değiyordu hep. Kızılırmak’ın ikiye böldüğü ilçem Zara’nın Karşıyaka Mahallesi’ndeydi evimiz. Akan bir suyla akıntısı belirgin olmayan su aynı değildir, sesleri farklıdır ve içinde yaşayanlara aynı şeyi söylemezler. Pal Sokağı Çocukları varken Kızılırmak Çocukları’nın olmamasını düşünemiyorum. Kaldı ki Kızılırmak, kangal gibi olabildiğince yerli, millî bir ırmak. Anadolu toprağından sızıp on ili dolanarak Karadeniz’e dökülür. On il dedim, bunun havzasında kaç çocuk büyümüştür mesela? Tabii mahalle kültürünün çokça işlendiği, Sineklerin Tanrısı’ndaki sertliğin olmadığı fakat çocuk cesaretiyle nice tehlikelerden geçerek, hak, hukuk, adalet, merhamet ve iyiliğin, dostluğun hatırlatıldığı bir kitap Kızılırmak Çocukları. Kendi çocukluğumla aramın nasıl olduğuna gelince; el ele, boyun boyuna geziyoruz. Var olduğum sürece onu bırakmayacağıma söz verdim, o da zengin arşivini benden esirgemeyecek.

Türk ve dünya edebiyatında sizi en çok hangi isimler etkilemiştir? Bu etkinin mahiyeti, derinliği, süresi ve yazarlığınıza yansıması hakkında neler söylemek istersiniz? Yani Şule Köklü’nün kandilleri kimlerdir?