Tepenin eteğinde iki apartman vardı. Bizim dünyamız burasıydı. Yunuslar Kurular Apartmanı’nda biz ise Gedikli’de oturuyorduk. Apartmanların arasından geçen küçük bir su yolu bulunuyordu. Yunus ile dere diyorduk buna. Çünkü biz çocuktuk ve abartmayı severdik. Bizim dünyamızda süpürgeler at olurdu, tencereler de cadı kazanı!
O gün derenin kenarında oynuyorduk. Topladığımız yaprakları sırayla akıntıya bırakıyorduk. Başka oyunlar da oynuyorduk aslında. Dal parçalarından köprüler kuruyorduk mesela derenin üstüne. Böylece karıncalar karşıya geçebiliyordu. Kurular Apartmanı’nın olduğu tarafta daha çok kırıntı oluyordu ve Gedikli’nin karıncaları yuvalarına bol bol yiyecek taşıyabilsin diye bu yolu bulmuştuk. Kurular’daki kırıntılarda iki etken önemliydi. İlki sofra bezlerinin gelişigüzel silkelenmesiydi. Gedikli’de yönetici Semra Hanım böyle bir şeye izin vermezdi. İkincisi de bütün gün balkonda oturup kurabiye yiyen Görkem’di. Fakat köprüler uzun ömürlü olmuyordu. Çünkü Beşir ile Sedat gelip bunları yıkıyordu. Bu ikisi kırmak ve yıkmaktan mutluluk duyan çocuklardı.
Yaprakların su üstündeki ilerleyişi bizi mutlu ediyordu. Yunus’un parlak fikri o sırada geldi. “Betül!” dedi nefesi kesilerek. Suratına baktım çömeldiğim yerden. Ayaklanmıştı. O gün okul kantininden para üstü olarak aldığı bir lirayı çıkardı cebinden. “Bunu dereye atıp dilek tutalım mı?” dedi. Çocukların yıldızının parladığı anlar vardır. Yunus’un fikri hoşuma gitmişti. Biz çocuklar gerçeklikten büyülü alana sıçramakta yetenekliyizdir. “Atalım Yunus.” dedim. Elimi ağzıma götürüp kıkırdayarak güldüm.
Yanımızda sadece bir adet madenî para vardı. Bir centilmen gibi davranıp Yunus’un parayı bana vermesini bekledim. Fakat o kendisi atmak istedi. Olayı büyütecek değildim. Yüzlerimiz Dilek Deresi’ne dönük hâlde yan yana durduk. Parayı atmadan önce dileklerimizi tutacaktık. Yunus, uslanmaz bir şaşkındı, “Akülü araba istiyorum.” diyerek dileğini açıkça söyledi. Oysa filmlerde görmüştük, içimizden dilemeliydik. Ben gözlerimi yumup dileğimi içimden söyledim. Gözümü açınca paranın alçalarak suya düştüğünü gördüm. Eğilip baktık. Suyun dibine batmıştı para. Zeminde biriken incecik kumlarda kayboldu. Yunus bazen bu kumu oyuncak kamyonuna yükleyip taşırdı. Güneşte kurutur, kumdan kaleler yapmak için kullanırdık. Belki karıncalar gelir diye ümitlenirdik. Buraya yuva yaparlar ve Karınca Apartmanı koyardık ismini. Fakat onun yerine Beşir ve Sedat gelirdi. Yıkmışlardı kalelerimizi kaç defa.
Dilek Deresi parayı yutmuştu. Bunu olumlu karşıladık. Gerisi sabırla beklemeye kalıyordu. Dilek kuyularının Alaaddin’in cini gibi anında hizmet servisleri yoktu. Ancak o gün bir şüphe düştü içime. Yunus’un parasıyla dilek tutmuştum. Bir tek parayla iki dilek kabul olacak mıydı?
…
Diğer çocuklar da öğrendi Dilek Deresi’ni. Yunus okulda bütün sınıfa anlatmıştı. Onlar da başka sınıflardaki arkadaşlarına bahsetmişti. Okul çıkışında evleri uzak yakın kim varsa geldi. İki apartmanın arasındaki o yerde toplandık. Bence en az bir lira atılmalıydı. Bazı çocuklar Dilek Deresi’ne karşı cimriydiler. Yirmi beş kuruş attılar. Bazıları da pazarlıkçı tiplerdi. Elli kuruş atmayı uygun buldular. Elli kuruş atanlardan birisi de sıra arkadaşım Elif’ti. Yavru bir kedi sahibi olmayı dilemişti. Kimilerinin cepleri bozuk para doluydu. Muhtemelen önce eve uğrayıp sonra buraya gelmişlerdi. Bu kişiler kalpten bir şekilde Dilek Deresi’ne inanıyorlardı ve her bir lira için ayrı dilekleri vardı. Yunus da bir avuç bozuk parayla yerini almıştı. Bense cebimde sadece bir lira taşıyordum ve dileğimi tekrarlamam gerekir mi diye düşünüyordum. Çünkü Yunus’un attığı parayla tutmuştum dileğimi. Dayanamayıp cebimden çıkardım madenî parayı. Gözümü yumdum. Dileğimi içimden geçirdikten sonra fırlattım suya.
Dilek Deresi bir efsaneye dönüştü. Sonraki günlerde de çocuklar gelmeye devam etti. Suya düşüp kumlarda kaybolan paralar herkese dileklerinin alındığına dair inanç veriyordu. Çok geçmeden dileğim gerçekleşti, diyenleri duymaya başladık. Üçüncü sınıflardan Başak, dedesinin onu lunaparka götürdüğünü söyledi. Bizim sınıftan Demir’e yeni bir futbol topu almıştı babası. Voleybol takımına girmek için çabalayan dördüncü sınıf öğrencisi Melike takıma seçilmişti. Yunus bunları duydukça öfkeleniyordu. Çünkü kendisinin dileği bir türlü gerçekleşmiyordu. Düzenli olarak bir lira atıyordu dereye. Belki de, dedim Yunus’a, daha küçük şeyler isteyerek başlamalısın. Nasıl, der gibi baktı suratıma. “Uçurtma iste, yıldızlı çizme iste. Akülü araba çok büyük bir istek bence. Onu daha sonra dilersin.” Aklına yatmış gibiydi. Cebinden yeni bir madenî para çıkardı. Gözlerini yummadan, “Muhabbet kuşu istiyorum.” dedi. Yol yöntem bilmiyordu bu çocuk. Karışmadım. Bakalım Yunus’un muhabbet kuşu gelecek miydi?
Gelmedi. Onun yerine Elif’in yavru kedisi geldi. Bir gün süt dolu kapla sokaktaki kedileri çağırıyormuş. Sonra incecik bir miyavlama sesi duymuş. Araba lastiğinin arkasından yavru bir kedi çıkıp gelmiş. Okulda anlatmıştı bunları Elif. Tabii Yunus daha çok öfkelendi. Acil bir durum vardı ortada. Yunus mutsuzdu. Okuldan sonra Dilek Deresi’nin orada buluştuk. Bu sefer para atmayacağını söyledi Yunus. Onun yerine öfkesini göstermek için taş fırlattı suya. Bu sırada yere bir kurabiye düşüp tuzla buz oldu. Başımızı kaldırıp baktık. Dördüncü katın balkonundan sarkan tombul kolları ve tabağı gördük. Görkem son günlerde bu abur cubur işini abartmıştı. Kurabiyelerin çeşitleri artmış, börekler de eklenmişti yanına. Gerçi karıncalar bayram ediyordu. Kırıntıları aralıksız taşıyorlardı. Köprülerimiz sağlamdı çünkü. Beşir ile Sedat bir süredir ortalarda görünmüyorlardı.
Burnundan soluyarak konuştu Yunus. “Dilek Deresi hile yapıyor.” deyince şaşırdım. Bugüne kadar sadece yirmi beş kuruş ve elli kuruş atanların dileğinin gerçekleştiğini söyledi. Buna dikkat etmemiştim. Fakat düşününce haklı olduğunu anladım. “Buğra yirmi beş kuruş atmıştı ve artık bir bisikleti var.” Suya kaşlarını çatarak söyledi bunu Yunus. Attığı paraları geri almak istiyordu. Fakat elini suya sokup kumları karıştırınca bir şey bulamadı. Kim bilir ne kadar alta inmişti o paralar? Belki de sürüklenip taşınmışlardı.
Biraz sonra aramaktan vazgeçti. Sadece bir adet yirmi beş kuruş bulabilmişti. Ben kenarda durmuş seyrediyordum. “Zirveye gideceğim.” dedi Yunus kararlı bir sesle. “Suyun kaynağını bulup paralarımı geri isteyeceğim.” Biz çocuklar macera peşine düşmeyi severdik. Kocaman gülümsedim. Yunus şaşırdı. “Geliyor musun?” dedi. Yumruğumu havaya kaldırıp, “Elbette.” dedim.
…
Ertesi gün yanımıza benim pembe sırt çantamı aldık. İçine kurabiye ve meyve suyu koyduk. Görkem balkondan bize baktı. Elinde bir tabak dolusu çubuk kraker vardı. Yavaş adımlarla yürümeye koyulduk. Suyu takip ediyorduk. Dönüp geriye baktım bir aralık. Görkem’in ilgisi kaybolmuştu. Elindeki tablete odaklanmıştı.
Başlarda kolaydı yürümek. Fazla eğim yoktu. Sonra giderek dikleşti tepe. Zirveye yaklaştıkça daha çok çabalamamız gerekti. Ağaçlar ve çalılıklar arttı. Yunus, “Jack ve Sihirli Fasulye” masalından bahsetti. Bir dev ile karşılaşmayı bekliyordu zirveye ulaşınca. Bundan korkuyordu. Ben ise Beşir ve Sedat karşımıza çıkar diye korkuyordum.
Zirveye gelmek üzereydik. Penguen şeklindeki kol saatime baktım. Yarım saatten fazla bir süre geçmişti. Suyu takibimiz birazdan sona erecekti. Kaynağı bulacaktık ve Yunus hesap soracaktı Dilek Deresi’ne. Peki kimse yoksa ne yapacaktık? Yunus kaynağa bir lira atıp yeni bir dilekte bulunacakmış. Bir ağacın altında oturup dinlendik. Meyve suyundan içip kurabiye yedik. Az sonra tekrar ayaklandık. Kalan yolu ellerimizden destek alarak tırmandık. İkimiz de heyecanlıydık karşımıza ne çıkacak diye. Nihayet eğim sona erdi ve en tepeye ulaştık.
Beklemediğimiz bir manzarayla karşılaştık. Dümdüz geniş tarlayı ve sulama sistemini görünce ağzımız açık bakakaldık. Böyle bir yerin olabileceğini hiç düşünmemiştik. Burası elma ağaçlarıyla dolu büyük bir bahçeydi. Tam ortadan su yolu geçiyordu. Sonra nereden çıktıysa dev gibi bir köpek, turuncuydu tüyleri, üstümüze doğru koşmaya başladı. İkimiz de donup kaldık. Havada patlayan havlamalarla geliyordu. İşimiz bitmişti. “Havuç! Otur yerine! Misafir onlar…” Köpek aniden durdu ve olduğu yere oturup dilini sarkıtarak soludu. Sesin geldiği tarafa baktık. Yaşlı bir adam bize doğru yaklaşıyordu. Yunus, dev yok diye üzüldü. Önemli bir tehlike atlamıştık ve o ne düşünüyordu! Tatlı bir gülüşü vardı gözlüklü yaşlı adamın. İkimize de hoş geldin deyip ellerimizi sıktı. Hemen sevdik onu. Biz çocuklar çabuk ısınırdık insanlara. Reis amcaydı ismi. Az ötede bir kulübesi varmış. Evi ise tepenin diğer tarafında aşağıdaymış. Her gün buraya bahçeye geliyormuş.
Bize elmalarından ikram etti Reis amca. Kulübesinin önündeki divana oturmuştuk. Dilek Deresi’ni ve geliş hikâyemizi anlatınca kahkaha atarak güldü. Sonra suyun kaynağına götürdü bizi. Kendi yaptığı bir depodan geliyordu su. Dilek cini falan yoktu. “Fakat dilekleri gerçekleşenler var.” dedi Yunus. Sakalını kaşıdı Reis amca. “Zahmetsiz rahmet olmaz.” dedi. “Burası dünya.” Yunus ve ben anlamamıştık. “Bakın,” dedi Reis amca, “şu yediğiniz elma benim duam ve dileğimdir. Fakat her gün erken kalkıp çalışarak dileğim kabul oldu. O eksik para atanlar farkında değiller ama çalışmaya güvenen kişilerdi. Emek vererek dilekleri gerçekleşmiş olmalı. Bir lira atanlarsa hiçbir şey yapmadan bekleyince dilekleri kabul olmamış.” Biraz düşününce biz de anladık bunu. Elif sürekli elinde süt dolu tabakla sokaklarda dolaşıyordu zaten ve sonunda bir yavru kedi onu bulmuştu. Başak çok kitap okurdu ve dedesi okuma yarışında ikinci olduğu için lunaparkla ödüllendirmişti onu. Demir’e babası yeni bir futbol topu almıştı çünkü Demir babasına ayakkabıcı dükkânında yardımcı olmuştu. Melike voleybol takımına seçilmişti. Ancak o da okuldan sonra hiç aksatmadan antrenman yapmıştı. Buğra’ya gelince, ona da İstanbul’da oturan amcası yazdan kalan sözünü tutup bisiklet yollamıştı.
O gün bir poşet elmayla yolcu etti bizi Reis amca. Yine gelmemizi istedi. Yunus elmaları çok beğenmiş ve üç tane birden yemişti.
…
Dilek Deresi kış gelince ziyaretçilerini kaybetti. Zaman zaman Yunus ile derenin civarında oyun oynamayı sürdürüyorduk. Bu arada daha önce atılan paraların nereye gittiğini de öğrendik. Beşir ve Sedat herkes gidince dereden buldukları paralarla internet kafeye gidiyormuş meğer. O yüzden köprülerimiz sağlam kalmış. Paraların bir kısmını da Görkem bulup çıkarmış. Boşuna çoğalmamıştı yediği abur cuburlar.
Yunus dileğimi sordu bir gün. Hani tuttuğum o tek dileğimi. Güldüm. “Boş ver.” dedim, “Kabul oldu bile çoktan.” Israr etti Yunus. Çok merak ediyormuş. Ben de dayanamadım. Yeni bir macera dilediğimi söyledim. Reis amcayı bulmuştuk ve kabul olmuştu dileğim. Beraber güldük bu sefer. Sonra Yunus’un fikri geldi. “Betül” dedi, “elmalarla kurabiye yapalım. Annem yardım eder bize. Sonra da Reis amcaya götürelim.” Beğenmiştim bu fikri. Elimi ağzıma götürüp kıkırdayarak güldüm.