Vefa öyle bir borçtur ki herkesten alınmaz ve herkese verilmez. İyiyi ve iyilikleri unutmamanın adıdır vefa. Vefasız, iyiliğin kendisine geldiği adresi unutmaktan ziyade iyinin öz yurduna sırt çevirendir. Bu yüzden vefasız kişiye kamusta söylenebilecek söz sınırlıdır. Kokmuşa tuz nasıl fayda sağlamazsa vefasıza da söz kâr etmez. Parayı ödersin hak yerine gelmiş olur; lakin vefa son nefese kadar ödemeyi bitirmez. İnsanı kullanılıp atılan bir istifade unsuru gibi görenlerin yanına yaklaşamadıkları bir kelimedir vefa. Sevgide bağımlılık değil, bağlılıktır.
Nankörlük, vefanın karşısına kaçak kondularla kurulmuş bir eğreti mahalledir. Her iki kavramın (vefa-nankörlük) kitaplaşmış tarihine baktığımızda “Nankörlük Tarihi” kitabı daha kalın görünür bu yüzden. Vefanın insanları müstesna iken nankörlüğünkiler harcıâlemdir. İnsanın negatif kimyasında (balçığında) nankörlük bidayetten beri mevcut olan bir zafiyettir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu menfi özellik “Şüphesiz insan Rabbine karşı çok nankördür.” (Âdiyât, 100/6) gibi birçok ayette ifade edilmiştir. İnsan yaratıcısının nimetlerini çok çabuk unutup O’nun karşısına geçebilen bir varlıktır. Nisyan ile malul olması insanın aynı zamanda isyana da yakın durduğunun bir göstergesidir.
İnsanların çoğu şükürden ziyade şikâyete yakındır. Şükür kendisinden iyilik gelene karşı eylemsel (amelî) biçimde teşekkür kıvamında yaşamaktır. Şikâyet ise olmasını isteyip de olmayan şeyler karşısında daha önce olanları ve kendisine bahşedilenleri unutup olmayanlar üzerine müşteki durumuna geçmektir. Kırk yıl sırtında taşıdığınız bir kişiyi bir gün yere indirdiğinizde size takındığı olumsuz tavır tam da böyle bir psikolojinin tezahürüdür.
Peygamberimizin veciz bir şekilde ifade buyurduğu şu hadis-i şerif vefanın kaynağını anlamamız için oldukça önemli: “İnsana teşekkür etmeyen kimse Allah’a da şükretmez.” Hayrın izleği insanla başlıyor. Sevginin ve muhabbetin de öyle. İnsanın ıskalandığı yerde Allah’a yakınlaşmanın ne denli zor olduğunu bu hadis çok sarih bir şekilde dile getirmekte. Teşekkürden kasıt kavli anlamda sadece ağızdan çıkan “teşekkür ederim” klişesi değil vefa duygusunun hayata geçmiş biçimidir. İyiliği unutmamak, iyilik yapan kişiye minnet etmek değildir. Hakikatin ve de salih amelin hatrını gözetmektir.
Vefa sözünde durma eylemidir. Statik bir kavram değildir. Ahde vefa, sözleşmeye bağlılığı da içerir. Sadece dostunuza verdiğiniz randevuya sadık kalmak değil aynı zamanda ontolojik olarak yaradılıştaki “elest bezmi”ne yaraşır davranmanın adıdır. Vefasızlık, kaynağını nifakta bulur. Münafık tam da böylesine bir nifak üzere bulunan kişidir. Söz verdiği zaman sözünde durmaz, kendisine emanet edildiği zaman ona ihanet eder, konuştuğunda yalan söyler. Hz. Peygamber’in dilinden alıntıladığımız bu üç nokta vefa duygusuna karşı yapılan vefasızlığın özeti gibidir. Yalan hakikate karşı vefasızlık ise emanete karşı ihanet de karşıdaki insanın kendisine duyduğu itimadı kundaklamak anlamında bir vefa suikastıdır. Söz verip de sözünde durmamaksa “ahde ve akde” muhalif duruşun vefasızlık şeklinde tecessüm etmesinden başka bir şey değildir. İnsanın yeryüzünde dirimle ölüm arasındaki sınavı, yaratıcısıyla yaptığı sözleşmeye bağlı kalmasında anlamını bulmaktadır. Lütfen şu yüce hakikat üzerinde bir kez daha düşünelim: “Sana biat edenler ancak Allah’a biat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur Allah’a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.” (Fetih, 48/10)
Bilindiği üzere Peygamberimiz Mekke’nin fethinden sonra bile doğduğu ve büyüdüğü şehir olan Mekke’ye değil hicret ettiği Medine’ye yerleşmiştir. Ensardan bazıları Peygamberimizin artık Mekke’ye döneceği hissine kapılıp bu kaygılarını ona ilettiklerinde o, durumun düşündükleri gibi olmadığını ifade ederek şöyle cevap vermiştir: “Öyle bir düşünceden Allah’a sığınırım. Benim hayatım sizin hayatınızdır, benim ölümüm sizin ölümünüzdür.”
Ömrünün her anını vefa üzere geçiren Sevgili Peygamberimiz, Allah’a karşı elçilik görevinden ümmetine yönelik sorumluluğuna ve ailevi ilişkilerine kadar bu anlamda tüm insanlığa örneklik teşkil etmiştir. Önceki peygamberlerin risalet güzergâhına muvafık davrandığı kadar tevhid zincirine de uygun hareket etmiştir. “Ben babam İbrahim’in duası, kardeşim İsa’nın müjdesi ve annem Âmine’nin rüyasıyım.” sözünde hülasa edilen duyarlık tam da böyle bir insicamın neticesidir. Zira insicam, vefanın doğurduğu bir ahenktir. Peygamberimizin, amcası Ebu Talip’ten süt kardeşi Şeyma’ya kadar sergilediği tutum ve davranış şekli ancak vefa kelimesi ile açıklanabilir.