Sarp Yokuşlar

Tepelerin kuru ayazla beraber sığıntılarını beslediği bir ören yerinde, hayata tutunmanın sebeplerini artık hatırlamayanlardan birini ölü olarak bulduklarında güneş çoktan şehrin batı kısmına yönelmişti. Acıları derinlerinde besleyerek büyüten sır kuyularının ağarmış dirençli duvarları biraz daha sağlamlaşırken mevtanın yüzündeki tebessüm hiçbir kalpte merhamet uyandırmadı. Günden güne ağırlaşan uzun soluklu bir özlem, huzurla gökyüzüne uzandığında kimsenin huyunda suyunda bir değişiklik olmadı. Eziyet veren bir sadelikle “Öksürük,” dedi onu hatırlayan bir kaç kişi, “artık kulaklarımıza yapışmayacak.”

Baş döndürücü ışıltıların ardında birçok dramın yaşandığı mahallelerin, insanı endişeli düşüncelere sevk eden bir yanı vardır. Adını koymakta zorlanacağımız bu tuhaflık, bilhassa geceleri, görkemli yapıların arasından sinsi bir canlı gibi süzülerek belirir ve çevre civarda ne varsa sürekli bir huzursuzluğa iter. Meskenleri terk edilmiş sokaklar, kuytu köşeler, izbe yerler… Bütün korunaksız alanlar tutunamayanlar için tam bir sığınma yeridir. Her zaman karanlık, her zaman nemli ve her zaman soğuk.

Bu sürgün cephelerinde dağların çöküşü de olur ağaçların yıkılışı da. Buğulu gözlerde asılı duran da olur kendi rüyalarına iltica etmekten yorgun düşmüş yaşlı yürekler de. Pıtraklı yurtların huyu böyledir, saklanmayı tercih eden bir gülümsemenin izine bile rastlanmaz. Kanadı kırık bir kuş gibi çaresizliğe hüküm giyilmiştir. Gök kubbe demir kapılıdır, yerin yüzü kurşundandır. Hüznün o sıkı çemberine tutunan en uzun ahlar yüreklerden henüz kopmamıştır.

Unutulmuş bir ömrün penceresinden beslenen ve içinde kök salmış buruklukları da barındıran bu yerler ihanete, vefasızlığa, merhametsizliğe, kem göze, incitici söze velhasıl akla eziyet verici ne düşerse işte onlara karşı kendince bir isyanı durmadan tetikler. Sükûnetin muhteşem direncine eşlik eden tenhalığı seçmiş donuk yüzlerde görülebilecek, ancak biçarelikten neşet eden güçlü bir başkaldırıdır bu. Zorluklara, sırlardan müteşekkil dokunaklı bir meydan okuyuş. Her türlü korkunun, endişenin, nedametin üstünü sakin ve oldukça derin bir nehir gibi örten bir karşı koyuş. Hayret ve bir o kadar da hüzün veren bir kırgınlık.

Bu kırgınlık, yetimhaneden firar etmiş bir çocuğun naçarlığı ve aile ocağını terk etmiş bir yetişkinin gururuyla iliştiğinde öylesine tesirli hâle gelir ki etkisine kapılmamak mümkün değildir. Değildir çünkü rahatça nefes alabilmekten, dertsizce yaşamaktan ibaret olmayan bir ömrün izlerini taşır; yapraklarını aniden dökmüş ve gününden önce kurumaya yüz tutmuş bir ağacın altında öylece geçip giden bir ömrün izlerini.

Zaman, bir başına olanlara ve kendine çekildikçe güçsüz düşenlere karşı hep acımasız olmuştur. Dünya toprağı da öyledir, kim suskundur bilmez. Bu suskunluk niyedir anlamaz. Al dersen alır, ver dersen vermez. Tırnak söküğü gibi acı çektirir, kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Kederli hayatların ürkütücü sessizliklerine dikkat kesilmeleri de bundandır. Muhakkak ki her birinin kendine özgü bir mutsuzluğu vardır. Garip değillerdir ancak garip olarak anılırlar. Kimsesiz değillerdir ama kimsesiz bir yaşam sürerler. Yoksul değillerdir lakin öyle bilinirler. Geride bırakılan günlerin ısrarla deşelediği yüzlerinde hem dünün hem de yarının izleri fark edilir de hangi derdin yarasıdır bu bilinmez. Sır değildir ama öyle kalır. Kalır çünkü feleğin omuzlarına yüklediği ağırlıkların altında bir değirmen taşında öğütülür gibi öğütülerek tüm ezginliklerin üstesinden gelmek başka canları besler.

Öylesine çaresizdirler ki hatıralarını, kaybettiklerinin ruhuyla aynı yele teslim ettiklerinde sergerde bakışları bir daha doğrulmayacakmış gibi yere serilir, mesken tuttukları izbe mekânların yıpranmış duvarlarına akseden ne varsa anında yaşanmışlıklara dönüşür sonra şadırvanların, kulübelerin, parkların, bankların kucağında gecenin serinliğine dahi kalmadan o zayıf bedenlerine gam üstüne gam yükler. Hem de ne gam! Kendi evinde yer bulamamış, değersiz eşyalar gibi evin dışına bırakılmış hasta bir beden, dünyalık kelamlara kapanmış takatsiz dudaklar ve gözlerdeki damar damar kırmızı bir renk kederlerini çoğunlukla ele verir. Âlemde ne kadar öksüz ne kadar yetim varsa işte o kadar ızdırap, ne kadar bahtına küsmüş varsa işte o kadar elem bütün ihtişamıyla kendini belli eder.