Gökleri Fethetmeye Tutkun Bir Hükümdar: Uluğ Bey

Takvimin ibresi 22 Mart 1394 yılını gösterirken günümüzdeki İran Azerbaycan’ı olarak bilinen bölgenin önemli şehirlerinden olan Sultaniye şehrinde bir şehzade dünyaya geldi. Bu şehzadenin babası Mirza Şahruh, annesi Çağatay asilzadelerinden Gıyaseddin Tarhan’ın kızı Gevherşad ve dedesi ise tarihe Timurlenk olarak geçmiş büyük bir Türk hükümdarı Emir Timur idi.

Timurlular hanedanının bu yeni üyesine babası tarafından Muhammed Taragay adı verildi. Fakat büyük hükümdar Emir Timur’un torununa düşkünlüğünden dolayı tüm saray ahalisi ona Uluğ Bey demeye başlamış hatta sürekli bu isimle anıldığından zamanla asıl ismi unutulmuştur.

Bir Şehzade ve Bir Âlim

Uluğ Bey, şehzadeliğine yakışır şekilde ciddi bir eğitim aldı. Sarayda önce dinî ilimleri tahsil etti, ardından da mantık, matematik ve astronomi okudu. Uluğ Bey, eğitiminde o kadar başarı gösterdi ve olgun bir kişilik sergilemeye başladı ki daha on yaşındayken Timurlu Devleti’nin başkenti Semerkant civarındaki sarayda düzenlenen ilmî toplantılara katılmaya başladı. Dahası 1404 yılının sonbaharında düzenlenen bir ziyafette Çin ve İspanyol elçileriyle tanıştırıldı ve özel bazı törenlerde de görev aldı.

Uluğ Bey, artık genç bir hanedan mensubu olacak yaşa gelince Muhammed Sultan’ın kızı Öge Begüm ile evlendirildi. Elbette konumundan dolayı devleti yönetmeye aday olduğundan, hükümdarlık sanatının inceliklerini öğrenmesi için babası tarafından Uluğ Bey’e Maveraünnehir bölgesinin yönetimi verildi. Böylece henüz on altı yaşında iken yöneticilik sorumluluğunu üstlendi. Uluğ Bey, 1411-1447 döneminde Maveraünnehir’i yönetti. Babası Şahruh’un vefatından sonra hanedan üyeleri arasında başlayan mücadeleden galip çıkarak 1447’de Timurlu tahtına çıktı. O artık büyük bir hükümdardı fakat bambaşka bir yönü âdeta hükümdarlığını gölgede bırakacak kadar parlaktı. Çünkü o, dünya tarihinin gördüğü en yetkin gökbilimcilerinden birisiydi. Türkistan’ın kalbinde yani Semerkant tahtında bir bilge hükümdar devri başlamıştı.

Ülkelerin Değil Göklerin Fethi

Uluğ Bey, hem Türk İslam hükümdarlarından ve hem de dünya tarihindeki tüm hükümdarlardan farklı bir hükümdardı. Onu kendine has kılan yönü, gökbilim (astronomi) ve matematik uzmanı olması ve bu alanda çağları aşan çalışmalara imza atmasıdır. O, Semerkant’ta dönemin en büyük gözlemevini kurmuş, Batlamyus’tan Tycho Brahe’ye kadar olan beş yüzyılın en detaylı yıldız kataloğunu hazırlayarak astronomiyi modern çağa taşımıştır.

Uluğ Bey’in göklere olan merakı daha çocukken başlamıştı. Anlatılara göre bu merakını ateşleyen olay Meraga Rasathanesi’ni görmesiydi. Hükümdar olunca dönemin en büyük rasathanesini kurmaya karar verdiğinde detaylı araştırma yaptı. Hocası Kadızade Rumi ile birlikte yaptığı bu araştırma sonucu, meşhur gökbilimci ve matematik bilgini Nasirüddin Tusi tarafından yaptırılan ve çocukluğunda onu etkileyen Meraga Rasathanesi’ni örnek almaya karar verdi. Kararını verdikten sonra dört yıl gibi kısa bir sürede Semerkant Rasathanesi’nin kuruluşunu tamamladı. Bu rasathane dünyanın en büyük gökbilim aletlerine ve hassas ölçümler yapan araçlarına sahip görkemli bir bilim merkeziydi. Burada gök cisimlerinin incelenmesiyle elde edilen veriler, modern zamanlardaki gökbilim ve uzay çalışmalarına daha XV. asırdan kapı aralayacaktı.

Uluğ Bey rasathane ile yetinmedi. Biri Semerkant’ta diğeri de Buhara’da olmak üzere iki büyük medrese yaptırdı. Özellikle başkent Semerkant’a kurduğu medrese, gökbilim ve matematik alanında eğitim veriyordu. Uluğ Bey’in gökbilimine tutkusu, Semerkant Medresesi’nde yaptırdığı odasının tavan ve duvarlarını gök cisimlerinin resim ve manzaralarıyla donatmasına kadar varmıştı. Bu nedenle çok titiz davranıyor, bir yandan bir hükümdar olarak bilim insanlarını koruyor diğer yandan da kendisi bir bilim insanı olarak bilimsel çalışmalarda bulunuyordu. Hatta medresede çalışacak tüm bilim insanlarını sözlü sınava kendisi alıyor ve bilimsel yeterliliklerinden bizzat emin olmak istiyordu. Çünkü onun kurduğu medresede ileri düzeyde dersler veriliyordu. Türkistan’ın büyük hükümdarı Uluğ Bey için önemli olan başka ülkeleri fethetmek değil, göklerin fethiydi. O, Türkistan’ın incisi olan Semerkant’ı sadece bir siyasi merkez olarak bırakmamış, bu kenti bir bilim ve kültür havzası hâline getirirken sarayını da âdeta bir akademiye dönüştürmüştü. Öyle ki dönemin kaynakları o devirde Semerkant’ta on bin öğrencinin bulunduğunu anlatmaktaydı. Öğrencilerden bir kısmı ekonomik bakımdan iyi durumdaydı ve kendi evlerinde kalıyorlardı. Durumu uygun olmayan öğrencilerin ihtiyaçları ise Uluğ Bey tarafından karşılanıyordu. Uluğ Bey, bilimsel çalışmalar için otuz bin altın bağışlamıştı ve bunun on bin altını öğrencilere dağıtılmıştı.

Modern Gökbilime Kapı Açılıyor