Alacağınız Olsun!

İşten çıkarılmış, neredeyse evinin iaşesini karşılayamaz hâle gelmişti. Ev sahibi ikide bir önüne çıkıyor ve ona üç aydır ödeyemediği kirayı hatırlatıyordu. Her seferinde diyecek bir şey bulamıyor ve başını öne eğip susmakla yetiniyordu. Ev sahibi bir gün dayanamayıp son sözü söyledi: “Hıdır Bey bu böyle nereye kadar sürecek? Artık şu kira işine bir çözüm bulsan diyorum.”

Ev sahibinin yüzüne bakmadan “Haklısın.” demekle yetindi Hıdır Bey.

Allah’ı var, ev sahibi yine de sık boğaz etmiyor, evimden çık, diye kestirip atmıyordu. Hıdır Bey’i mahcubiyetten yerin dibine sokan da buydu zaten. “Mahcubiyet insana yol değiştirirmiş. Benim değiştirecek yolum da kalmadı.” diye eşe dosta çaresizliğini anlatıp duruyordu. Eş dost böyle durumlarda ince hesaplar yapıp “Allah yar ve yardımcın olsun!” der geçerdi. Biliyorlardı ki Hıdır Bey’e borç verseler üzerine bir bardak değil iki üç bardak su içmeyi göze almaları gerekirdi. İş aramaktan bunalıp iyiden iyiye daraldığı bir gün mahallenin iyiliksever esnaflarından Kazım Usta geldi aklına. Ona gidip hâlini arz ettiğinde eli boş dönmeyeceğini biliyordu. Hem borç istemek ayıp bir şey değil ki isteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara, diye düşündü. Elini çabuk tutup hemen hazırlanmalıydı. Hıdır Bey takım elbisesini, gömleğini giyip kravatını da takarak tam evden çıkmak üzereyken eşi onu düğüne hazırlanır gibi giyinmiş hâlde görünce iş bulduğunu zannedip sevincini paylaşmak istedi: “Haydi hayırlısı bey! Yeni işin hayırlı olsun. Allah utandırmasın, hayırlı kazançlar nasip etsin, kazancını bereketlendirsin!”

Hıdır Bey karısının sevincini kursağında bırakmak istemedi, “Sağ ol hanım, ağzından bal damlıyor.” demekle yetindi.

Kimseyle karşılaşmamak için çarşıya dolambaçlı sokaklardan yürüdü. Herkesin harıl harıl çalıştığı bir saatte eli cebinde çarşının ortasında yürümek gururunu incitiyordu. Diğer yandan borç alıp ödeyemediği kişilerin karşısına çıkacak yüzü de yoktu. Köşe bucak dolanarak Kazım Usta’nın oto yedek parça dükkânına vardığında Kazım Usta dükkânın önünde iki müşterisi ile taburelere oturmuş çay içiyordu. Bu ortam Hıdır Bey’e cesaret vermişti. Ne de olsa bir çalışma ortamına denk gelmemişti. Kazım Usta, Hıdır Bey’i görür görmez ayağa kalktı, ona hâl hatır sorup yer gösterdi. Hıdır Bey “Çok oturmayacağım.” diyerek kendisine gösterilen taburelerden birine çöktü. Karşısında oturan adamlardan birini demin sırtı kendisine dönük olduğu için tanıyamamıştı, göz göze geldiler. Galericilik yapan bu adamın adı Derviş’ti. Bir süre önce Hıdır Bey ondan borç para almış fakat ödemeyi söz verdiği vakit hayli geçmiş olmasına rağmen hâlâ ödememişti. Derviş Bey, Hıdır Bey’in bu hâli vakti yerinde görüntüsüne şaşırmış, bir anlamda işlerinin düzeldiğine yorarak sevinmişti. Derviş Bey muhabbet sadedinde Hıdır Bey’e sordu: “Hıdır Bey’ciğim, şimdilerde ne işle uğraşıyorsunuz?”

“Dijital para birimlerinin fiyat hareketleriyle uğraşıyorum, coin diyelim üstadım.”

Ortamdakiler pek ikna olmasalar da dua cümleleriyle verilen bu cevabı geçiştirdiler. Derviş Bey ve yanındaki adam müsaade isteyip ayrıldılar. Kazım Usta, Hıdır Bey’le dükkânın idari bölümüne geçtiler. Piyasadan, motorine benzine gelen zamlardan, otomotiv yedek parça sıkıntısından falan konuştuktan sonra Hıdır Bey kendine bir parantez açıp hâlini arz etti. Bir seneliğine döviz üzerinden borç paraya ihtiyacı olduğunu, çok sıkıştığını, işlerinin yakında açılacağını ümit ettiğini söyledi. Derviş Bey adı gibi derviş meşrep biriydi. Muhasebe sorumlusu genci telefonla arayıp Hıdır Bey’in istediği oranın biraz daha fazlasını havale yoluyla hesabına yatırılması direktifini verdi: “En fazla bir sene, o kadar süreceğini de sanmıyorum azizim.” dedi Hıdır Bey.

Derviş Bey, “Rahat olun, biz birbirimizi biliriz.” diye mukabelede bulundu.

Bir badire daha aşılmıştı. Bu para Hıdır Bey’e epey zaman yeterdi. Kazım Usta’ya bir dizi dua ederek dükkândan ayrıldı. İlk işi ev sahibinin çenesini kapamaktı. Üç kiradan son ayınkini ödedi. Diğerlerini de ödeyeceğini söyleyerek ev sahibine endişe etmemesini söyledi.

Bu on yerden alıp bir yere borç ödeme uyanıklığı Hıdır Bey’in mesleği hâline gelmişti. Aklı sıra bunu bir kazanma biçimi olarak görüp müdafaa ediyor ve önüne gelene, “Üstadım, para değil insan kazanacaksın, tabii ki paralı insan kazanmaktır hüner.” diyordu. Mahcubiyetten yere düşen kafası şimdi dimdikti. Çarşının orta yerinden sağa sola selam vererek geçebiliyordu. Onun durumunu çok iyi bilen ve bu durumuna üzülen akraba ve ahbaplarından bazıları ona yanlarında çalışması için tekliflerde bulunmuş, o ise işinin başından aşkın olduğunu söyleyip bu teklifleri geri çevirmişti.