Manas Destanı’nı Bugüne Taşıyanlar Kimler?

Yıldırım Sesli Manasçı” adlı hikâyede bir anne küçük oğlu Eleman’ı alıp Isık Göl’ün eteğine gelir ve Tanrı’ya şöyle dua eder: “Ey kadere hükmeden Tanrım, küçük oğlum ağabeyi gibi bir Manasçı, Manas ozanı olmak istiyor, ondan bunu esirgeme. Eleman’a atalarının güzel konuşma, güzel anlatma yeteneğini ver. Bu yetenek onda köklü bir ağaç gibi gelişsin ve sonra o, bu geleneği çocuklarına, torunlarına aktarsın. Tanrım, Manas’ı iyi öğrenmesi için ona güç ve cesaret ver.” Kadının duası kabul olur, Eleman büyür, Yıldırım Sesli Manasçı adıyla ünlenir. Kırgızlar, ondan Manas’ı dinlemek için düşmandan gizlenerek dağların uzak kuytularına saklanmak zorunda kalırlar. Eleman, Manasçı oğlunun saklandığı yeri söylemediğinden işgalciler tarafından öldürülmüş olan annesini ömrü boyunca Isık Göl’ün başında dua ederken hatırlayacaktır.

Bir anne neden oğlunun Manasçı olması için dua eder? Hele de düşman tarafından tehlikeli bulunmuş, okunması yasaklanmış bir destan uğruna neden çocuğunu ateşe atar? Çünkü düşmanın da çok iyi bildiği bir gerçek vardır ki o da Manas’ın yalnızca bir destan olmadığıdır. O, aslında hürriyet demektir, kopanı birleştirmek, dağılanı toplamaktır!

Cengiz Aytmatov’un da bütün derdi budur. O, hem “Yıldırım Sesli Manasçı” hikâyesinde hem de Cemile’den başlayarak bütün romanlarında Manas’ın özgür ruhunu yaşatmak, kopanı birleştirmek dağılanı toplamak ister. Sovyet rejiminin baskılarına karşı millî hafızaya sahip çıkabilmenin tek yolu Manas’tan geçmektedir. Aytmatov’un bütün genç kahramanları Manas’ın ruhundan ateş almış gibi gözü karadır. Tanabay, Yedigey ya da Kazangap gibi yaşlıları ise Bakay’ın zekâsını, gençlerin geleceğini düşünme hasletini yaşatır. Kadınlara gelince Çıyırdı, Kanıkey Ayçürök nasılsa Tolganay Ana, Cemile ve Altınay’da öyledir. Onlarda en yüksek bir seviyede sabrı, dayanma gücünü, içtenlik ve samimiyeti görürüz.

Gelin Manas Destanı’nı Aytmatov’a kadar getiren serüvene en başından bakalım şimdi.

Manas Destanı, Kırgızlardan doğmuştur. Tarihte adı geçen ilk Türk boyu olan Kırgızların milattan önce 201 yılından beri bilindiğini Sinologlar Çinli kaynaklardan tespit ederler. O tarihlerde Yenisey sahillerinde ve Sayan Dağları’nda yaşayan Kırgızlar, sırasıyla Büyük Hun İmparatorluğu’na, Göktürklere ve Uygurlara tabi olurlar. Ancak her seferinde isyan ederek tabi oldukları devletleri dağıtırlar. Nihayetinde VIII. asırda Kırgız Hakanlığı kurulur. Hakanlık devrinde onların büyük kabilelerinden birkaçı Tanrı Dağları’na, Isık Göl ve Pamir yamaçlarına göç eder. Bu büyük göçe Nayman boyu birlikleriyle beraber meşhur Nogay’da katılır. Yenisey’de Müslüman olan Kırgızların önderi Nogay, göç ettiği Orta Asya’da putperest Kalmuklara ve Çinlilere karşı çetin bir mücadeleye girer. Bu savaşlarda Nogaylı boylardan olan alplar, unutulmaz kahramanlıklar göstermiş olacak ki destanlardaki eski efsanevi alplar dahi Nogaylı sayılır. Tabii ki Kırgız Destanı’nın başkahramanı da bir Nogaylıdır ve Sarı Nogay Er Manas diye anılır. İşte büyük Manas Destanı’nın ilk tohumları bu dönemde atılır. Ancak destanın teşekkülü yüzyıllar alır. Öyle ki XI. asırda yazılan Divanü Lügat-it Türk’te bile Manas Destanı’na ya da Manasçılara dair herhangi bir bilgiye rastlanmaz. Destanın tam teşekkülü XVI. asra kadar uzanır.

Manas’ın kahramanlıklarını anlatan destan, oğlu Semetey ve torunu Seytek’in hikâyeleriyle birlikte tam dört yüz bin mısraı bulur. Bu uzunlukta bir destan ne Türk ulusları arasında ne de dünyada henüz tespit edilmiş değildir. Destanın uzunluğu yanında okunma biçimi de nevi şahsına münhasırdır. Manas Destanı, herhangi bir şiir gibi sıradan zamanlarda sıradan insanlar tarafından değil; Irçı denilen özel ozanlarca özel günlerde kopuz eşliğinde seslendirilmiştir. Geleneğe göre Manas ozanı ya da Manasçı olabilmek için hem düş görmek, düşte Manas kahramanlarının birinden icazet almak hem de küçük yaşlardan itibaren usta Manasçıların yanında çıraklık etmek gerekir. Manasçılar, ustalarından destandaki hadiselerin akışını, kahramanların karakter özelliklerini, adı geçen yer, su, coğrafya adlarını, toplulukların boy isimlerini ezberlerler. Ezberlerin dışında yine ustalarından aldıkları okuma ritmini, hareket ve mimikleri pekiştirir, kendi üsluplarınca yeniden yorumlarlar. Pek tabiidir ki destanın uzunluğu Manasçının şifahi söz söyleme yeteneğini ve dirayetini de zorunlu kılar. Mesela yaşadığı bilinen Manasçılardan Tınıbek’in, destanı hiç dinlenmeden, bir ay boyunca okuduğu anlatılır.