Gecenin İki Yüzü

Yıllar önce bir bahar günü, çatısından itibaren mor salkımlarla bezeli boğaza bakan bu görkemli yapıya hayran olmuştum. Taş bina biraz gotik ama kaçınılmaz derecede çekiciydi. İçi nasıldı acaba? Muhteşem olmalıydı diye düşündüm. Mor salkımlı bu konakta böyle bir gece geçireceğimi hiç tahmin etmezdim.

Evdekilerden uzaklaşmak ne iyi gelecekti? Çocukların okul dönüşü, günün sorunlarını üstüme boca etmelerinden azade şu ormanın içinde huzurlu bir gece. Allah’ım kimler bunun için neler vermezdi. Çok şükür, bugünü de görmüştüm. Pazar günüydü. Meğer hafta sonu olduğundan hiçbir görevlisi yokmuş binanın. İşin garibi benden başka kalan misafir de yok. Anahtarlar güvenlik görevlilerinde. İsmimi teyit edebilmeleri saatler aldı. Sonunda odamın anahtarını, bu üniversitenin kralı biziz, misafirsen de her kimsensen de bu bizi hiç ilgilendirmez seni çiğneriz, edasıyla verdiler.

Koca binayı ben açtım, mor salkımlı evin anahtarı bendeydi. Ahşap merdivenleri çıkmaya başladım, müştemilat gibi duran iki katı geçince misafirlerin kalacağı odaları gördüm. Ortada hol, küçük bir mutfak ve bir ortak banyonun bulunduğu dört oda. Kapılar beyaz ahşap. Bu katı geçince çatı katında yer alan diğer odalara ulaştım. Benim odam bu kattaydı, yirmi dört numara. Mor salkımlardan kalan o ferah, neşveli izlenim yavaş yavaş değişmeye başlamıştı.

Kapalı kalmış bu bina, eski kokuyordu. Ahşap zeminden, dolapların içinden sızan tekinsiz bir koku. Odamda iki kişilik yatak, yuvarlak bir çalışma masası, iki sandalye, komodinler ve bir giyinme dolabı vardı. Ortak lavabo odanın dışında holdeydi. Pencerenin önünde, üzerinde kozalaklarıyla sedir, onun dallarının arasından görünen boğaz manzarası efsaneydi.

Ama manzara kokuyu ve tedirginliğimi izale etmiyordu.

En iyisi, dışarıda gezip buraya sadece yatmaya geleyim. Konaktan çıkınca kampüsün hemen yanından Aşiyan’a ve Bebek sahile iniliyordu. Yokuş aşağı seke seke sahile indim. O sessizlikten sonra birden sahildeki insan kalabalığını ve neşesini görmek beni sakinleştirdi. Lodosun saçları savurduğu, etekleri uçurduğu kalabalıkla ben de yürüdüm. Balık tutmaya çalışanların oltaları boştu. Akıntısı bol bu akşamda su pırıl pırıldı.

Karnım acıkmıştı, sıralı lokantalardan birinde yemek yiyecektim. Kuzenim yakınlarda oturuyordu, onu aradım, bir ihtimal gelir diye düşündüm. Meğer nerdeyse pijamalarını giymiş ve yatmaya hazırlanıyormuş, işi çok yoğun ve amcam da son zamanlarda hasta olduğundan bir başına şirketin yükünü omuzluyor. Küçüklüğümüzden beri bizi birbirimize benzetirler ama bence hiç benzemiyoruz. Bence benim kuzenim İstanbul’a gelse, evimin yakınlarından beni arasa, yorgun da olsam kalkar giderdim.

Neyse kendi başıma balık yedim, herkes ailesiyle neşeli pazar yemeğine gelmiş. Ben bir başına. Gören, çoluk çocuğum yok hep böyle tek takılıyorum sanacak. Oysa benimkisi bir gecelik bir macera. Karnımı tıka basa doyurdum. O ıssız mekânda yiyecek bir şey yoktu, sabaha kadar bu yediğimle idare etmeliydim. Sahilde bankta biraz oturduktan sonra dönüşe geçtim. Taksi çağırmayı denedim, kısa mesafeye gelmiyordu taksiler. Sahil yolu hadi neyse de o yokuşu, bu gecenin ıssızlığında nasıl çıkacaktım. Haydi bismillah deyip yürümeye başladım. Yolda aklıma sevdiğim bir arkadaşımı aramak geldi. Sevgi’yi aradım, o yokuşu ancak onunla konuşarak çıkarsam korkmam diye düşündüm. Sağ olsun, uzun boylu gevezelik etmemi hoş karşıladı, merak etme ben sen varana kadar kapatmam telefonu, dedi. Öylece o yokuş çıkıldı.

Gece ilerleyince bina daha bir koyulmuş. Hay Allah. Bu gece nasıl geçecekti. Kimse yoktu. Adımlarımdan çıkan çıtırtılardan ürküyordum. Hadi o güvenlik görevlileri gece… Kapıyı kilitledim, dişlerimi fırçalamadan yattım. O iki sandalyede oturup çay keyfi yapmak ne güzel olurdu. Ya da müzik dinleyip bir şeyler yazmayı deneyebilirdim. Oysa başıma yorganı çekip uyumaya çalıştım. Rüzgâr estikçe ağacın dalları pencereye vuruyordu, çatıya açılan ve bakış hizamdaki pencereden lacivert gece üzerime çökmüştü. Yorganı kafama çektim. Saatlerce uyuyamadım. Ama yataktan kalkmamaya kararlıydım. Kendi kendime çıkaracağım seslerden korkuyordum. Dua ettim, Allah’ım n’olur sabaha kadar tuvaletim gelmesin.

Sabah kalktığımda sırılsıklam terlemiştim, duşumu aldım. Her girişte ve çıkışta odamı kilitlemekten yorulduğum için sabahın 7’sinde kampüste kedilerle kuşlarla ve kurumuş yaprakları süpüren gençlerle teşrikimesaiye çıktım.

...

Yıllar önce bir bahar günü çatısından itibaren mor salkımlarla bezeli boğaza bakan bu görkemli yapıya hayran olmuştum. Taş bina biraz gotik ama kaçınılmaz derecede çekiciydi. İçi nasıldı acaba? Muhteşem olmalıydı diye düşündüm. Mor salkımlı bu konakta böyle bir gece geçireceğimi hiç tahmin etmezdim.