Bu dünyadan pek çok güzel insan geldi geçti. Bunların pek çoğu hiç tanınmadı, bilinmedi. Kulluklarındaki güzellik bütün boyutlarıyla ancak yarın, hesap zamanı anlaşılabilecek. Bazılarının varlığı da insanlığa mal oldu, başka başka özellikleriyle fark yarattılar. İsimlerini duymak bile onları tanıyanların gönlünde ferahlık, dudaklarında gülümseme sebebi oldu. Kıymetleri, ne demek istedikleri, vefatlarından çok sonra anlaşılan da oldu, kendi dönemlerinde baş tacı edilen de. Nihayetinde hepsi sevgiyle, övgüyle, saygıyla gönüllere nakşoldu. Ama onlardan biri var ki ah biri… Kelimeler ona duyulan sevgiyi anlatmaya yetmedi, kalem kalemliğinden utandı onun hakkında yazarken… Bilemedi seven ona nasıl hitap edeceğini: “Sana Ahmed mi Muhammed mi Muhabbet mi diyem? Yoksa mahbub-i Hüda, şah-ı Melahat mı diyem?” diye soruverdi. Sonra: “Sen Ahmed-i Mahmud-u Muhammed’sin efendim, Hak’tan bize sultan-ı müeyyedsin efendim.” dedi sustu. Allah (c.c.) bile ona tek şekilde hitap etmemişken sevenlerin gönlünün şaşırması mukadderdi aslında… Allah ona “Müzzemmil” demişti, “Müddessir” (örtüsüne bürünen), “Eyyuhennebi” (ey Nebi), Şahit (tanık), “Mübeşşir” (müjdeleyen), “Nezir” (uyaran)... Hatta Allah kendi güzel adlarından Rauf ile Rahim’i onunla paylaşmayı tercih etmiş, bu isimleri aracılığıyla onun tabiatını tanıtmıştı.
Allah Teâlâ’nın Hz. Peygamber’i tanıtırken zikrettiği ifadelerden biri ise çok meşhur: “Âlemlere rahmet.” “Biz seni âlemlerin tamamına sadece rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 21/107.) Eğer ayet-i kerimede “Biz seni insanların ve cinlerin tamamına sadece rahmet olarak gönderdik” buyurulmuş olsaydı, onun Resulü’s-Sakaleyn (insanlara ve cinlere gönderilen elçi) vasfını hatırlar, daha hızlı intikal sağlardık manaya. Oysa onun hakkında denen “âlemlere rahmet” tanımı; Hz. Peygamber’in vesilesi olduğu rahmet halkasını alabildiğine genişleten bir ifade. Çünkü âlemler kelimesinin kendisi çok yönlü ve çok boyutlu; içine insanları, cinleri, melekleri, hayvanları, bitkileri, ayrıca görünen görünmeyen, insana açık kapalı bütün varlık katmanlarını alabiliyor. E nasıl oluyor da Hz. Peygamber birbirinden farklı özelliklere sahip bütün bu varlık katmanlarının tamamına birden rahmet olabiliyor?
Bütün varlık katmanları karşısında nerede duracağını, onu nasıl değerlendireceğini insanlığa anlatarak, göstererek, yaşayarak ifade etmesi Hz. Peygamber’in bütün âlemlere rahmete vesile hâlinin başlıca tezahürlerinden biri olsa gerek. Onun öğrettikleriyle hayatında huzuru yakalayan; kendisiyle, Rabbiyle, diğer insanlarla, eşyayla, en genel manada bütün mevcudatla ilişkisini dengeli bir seviyeye yerleştiren, rahmet deryasına dalmış gitmiş demektir.
Hz. Peygamber, Allah karşısında bir insanın erişebileceği en yüce konumda yani kulluk makamında seyran eden bir güzel kul. Allah tarafından onca övülmüş olmasına rağmen O’nunla iletişiminde dengeyi hep korumuş, “havaya girmemiş” bir kul. Rabbinin belirlediği kurallara en üst seviyede riayete gayret eden ama bu emeğine güvenerek asla gevşemeyen, Rabbin merhameti olmasa o muhteşem kulluğunun bile yeterli gelmeyeceğini samimi şekilde itiraf edebilen bir mütevazı kul. Şu kadar nafile oruç tutmakla, şunca tavafla, umreyle övünen, ibadeti sayıya bağlamış skor dindarlarından ne kadar da farklı, değil mi? Henüz buradayken hesabı görülmüş ve cenneti istihkak etmişçesine konuşan, davrananlardan ne kadar uzak! Sevgiyle itaati, çabalamakla güvenmeyi, korkuyla ümidi ne güzel harmanlamış gönlünde. Çok seviyor diye itaatten, büyük bir azimle itaat ediyor diye sevmekten vazgeçmemiş. Allah’ı çok sevdiğini beyan eden ama O’nun istediği hayatı sürmeyen, hayatında ibadet rengi bulunmayanlardan da çok farklı değil mi bu tutum? Hem bu dünyanın tadını alan ama Allah’a kavuşmaya da can atan. Rabbi tarafından bazı tutumları ve kararları sebebiyle uyarıldığında artık o konuda bir ömür boyu maksimum seviyede özen gösteren.
Hem mütevekkil, her işini Rabbine ısmarlamış hem de olayların olumlu şekilde cereyan etmesi için planlar kuran, tedbirler alan bir stratejist aynı zamanda. Tedbirler işe yaramayınca ise başka bir denge noktası oluşturmuş: Üzülse bile takdire rıza göstermiş, eşzamanlı olarak yeni tedbirler, yeni planlar, yeni çıkış yolları aramış. Cüzi irade ile külli irade arasında kurduğu muhteşem denge, ilahî rahmetin bir yansıması. Bugün ya sadece tevekküle ya da sadece emek ve gayrete yaslanarak hayatın enerjisini ve neşesini söndürenlere çok güzel ve dengeli bir yol haritası değil mi bu? Aşması gereken bir engeli, çözmesi gereken bir meselesi olana en güzel örnekliği, gönle inşirahı sunan bu denge rahmet tecellisi değil de ne?