İncecik iplerden devşirdiği sükûnetiyle o parlak ağını örmeye başladığında, dünyaya postunu seriyormuş gibi sakin ve huzurludur örümcek. Ne yaptığından emin, nasıl yapacağına hâkim. Olanca sabrı ve telaşsız titizliğiyle adım adım ilerler nihayetine. Cazibeli bir ölüm yurdu inşa etmiştir, geceye aittir bu eşsiz sanatı. Kör mimarlar gibi sessizce çalışır. Gözlerine güvenmez, koku almakta mahir değildir ama karanlığı hisseder. Karanlığın içinde yürür, herkes bilir ki ipliğin ustası, gecenin nakkaşıdır o.
Oya misali işlediği zarif tuzağını kurbanlarına hediye etmek için sabahı bekler örümcek. Gecenin üstüne şeffaf bir ölüm tülü çekmiştir artık. Ağını örer, mesleği budur. Doğar doğmaz göğsündeki iplerini sarar, üstelik bunu ailesinden öğrenmeden yapar, doğal dokumacı olarak başlamıştır hayatına. Örümceğin vücudundan salgıladığı ipeksi sıvının katılaşarak ince bir ipe dönüşme evresi, her seferinde tekrar edilerek onun havada asılı kalan bedenini bir makaraya dönüştürecektir. Aynı incelikteki çelik tellere oranla daha sağlam ipler salgılayarak ördüğü yapışkan ölüm köprüsü, bu kör avcının şaheseridir. Yalnızca avı için tuzak değil aynı zamanda yavruları için beşiktir yaptığı. Hem yemek masasıdır yani ağı hem ninni yuvası. Ağaç dallarına, duvar köşelerine, metruk binalara, pencere altlarına, sahipsiz odalara, eski evlere ve mümkün olan her yere tuzağını serip vaktini bekleyecektir. Ayaklarındaki hususi yağ sayesinde kendi ağına yapışmadan iplerin üzerinde kayarak ilerleyebilmesindeki sır, mühendislik sanatına dâhildir. Örümcek, ağının hakikatini hissederek yaşar.
Dişisinin erkeğini, yavruların da anneyi öldürebildiği, oldukça garip ve ölümcül ilişkiler ağına sahip örümceklerin, bu sebeple (ölüm sarmalı) yan yana gelerek dev bir ağ inşa etme şanslarının olmaması, çelikten güçlü ağlarının insanlığın hizmetinde kullanılma ihtimalini/kapısını sonsuza dek kapatmıştır. Örümcekler bir araya gelemez, en yakınlarına bile ölüm saçarak yaşam döngülerini tamamlarlar. Bu hususiyetleriyle aslında doğanın en ilginç yırtıcıları arasında yer alan örümceklerin, kendi içlerinde saldırgan ama insana karşı zararsız (karadul hariç) bir tavırları vardır. Avlarını yakaladıklarında zehir salgısıyla önce bedenlerini felce uğratıp ardından enzimlerle eriterek hazır hâle getirdikleri yemeklerini kelimenin gerçek anlamıyla içerler. Zıplamadaki meziyetleri ve avcılıktaki ustalıkları malumdur. Gecenin müdavimi, sessizliğin hayranıdır hepsi. “Yararlılar” sınıfında ikamet edip böcekleri ağlarına düşürmek suretiyle tabiatın dengesini sağlarlar. Ağlarını paraşüt ve uçan halı gibi kullanıp sert esen rüzgârları arkalarına alarak yalan dünyayı gönüllerince dolaşırlar. Gezginlikleri, bir başınalıkları ve hiç gidilmemiş o gizemli yerleri keşifleri meşhurdur. Çok farklı coğrafyalar, iklimler ve ekosistemlerde onlara rastlayabiliriz bu yüzden. Yüksek dağların tepelerinde, kırlarda, ovalarda, akarsu kenarlarında, suda, çölde, ağaçta, gölde yaşayabilirler. Bu etobur avcıların yolu; kâinatın turisti olmakla birdir.
Dev Bir Arp ya da İplere Asılmış Müzik
Yapılan araştırmalar gösteriyor ki örümcekler, ağlarını titreterek elde ettikleri yankılardan ağ üzerindeki avlarının yerini tespit edip kendi aralarındaki iletişimlerde yine ağlarıyla oluşturdukları bu işlevsel sesleri kullanıyorlar. Ağ ören örümceklerin aynı zamanda başarılı birer müzisyen olduklarını ve ağlarından çıkan seslerin etkileyici bir arp dinletisine benzediğini gösteriyor yapılan deneyler. Sanatçıların eşlik ettiği, ağdaki her bir tele farklı bir ses frekansı tanımlamak suretiyle ağ yapısı içerisinde oluşturulan notalarla bilimsel olarak test edilen bir müzikal verimden söz ediyoruz. Sekiz gözlü olmalarına rağmen insanın görme becerisine kıyasla kör sayılabilecek örümceklerin, etraflarındaki dünyayı en küçük ayrıntısına kadar dokunma/duyma hisleriyle algılamalarını açıklayan, güçlü-eş değer anlamlar taşıyor bu sanatsal verim.
Gümüşlerin parlatılmasında da kullanılan örümcek ağlarından çıkan müziğin, insanların daha önce tecrübe ettiği ilhamlardan çok daha farklı bir anlam sunabileceğini söyleyen araştırmalar, aslında bu nakkaş-müzisyenin beytü’l-ankebut adlı bitimsiz “mucizeler evi”nde yaşadığının en büyük işaretleri arasında.
Kusursuz Ev’in Dokumacısı
Hikâye şöyle: Lydia’da yaşayan dokuma ustası Arachne, ne yaptığının farkında bir zanaatkârdı ve tutkuyla bağlı olduğu yeteneğine, tanrıça Athena’ya bile meydan okuyacak kadar güveniyordu. Athena, Olimpos Dağı’na ulaşan bu kibirli meydan okumayı saygısızca bulsa da nihayetinde kabul edecekti. İkisi arasında gerçekleşen dokuma müsabakasının sonucunda kusursuz tekniğe sahip halısıyla tanrıçayı yenen Arachne, kazanmış olsa da Athena’nın öfkesini üzerine çekmekten kurtulamayacaktı. Tanrıça Athena’nın, Arachne’nin kibrine ceza ve belki de yeteneğine ödül olarak onu örümceğe dönüştürmesi talihin çok garip bir cilvesiydi ki hem lanetlenmiş hem de dokuma yeteneğini sonsuzluğa taşımıştı Arachne. Örümcek ağları ile dokuma sanatı arasındaki ilişkinin felsefi özünün dayandırıldığı bu mitolojik efsane, söz gelimi Amerikan yerlilerinde “büyük ana” olarak tasvir edilen örümceğin, kader ağlarının dokumacısı olarak anlamlandırılmasına kadar uzanmıştır.
“Nessâc” (dokumacı) ağını, mimari açıdan zirveye ulaşacak titizlikte örer. Zarif ama biçare, mükemmel ama zayıf, estetik ama dayanıksız bir binadır ortaya çıkan. İnşa edilen evin, aslında kendi vazifesinde kusursuz ancak hafif bir rüzgâr karşısında bile çaresiz olması anlamlıdır. O hâlde Ankebut suresindeki (Allah’tan başka varlıkların korumasına sığınanların durumu örümceğin durumuna benzer. Örümcek, (ağını) kendine bir yuva edinir, ama yuvaların en çürüğü de örümceğin yuvasıdır; keşke bilselerdi!) bağlamın, örümcek ağının dünyadaki en güçlü/sağlam ama aynı zamanda en hafif madde olarak bilinmesiyle alakası muhtemeldir.
Örümceğin kusursuz evi, büyük rüzgârlar karşısında kocaman bir hiçtir mesela. Buradaki benzetme, yani “örümceğin durumu” en mükemmele ulaşmak zannıyla, “görünen”i kapsar. Akılla varılmış o “görünen” kusursuzluk, aslında daha geniş veçheden bakıldığında zayıf ve ilahi kudret karşısında çaresizdir. Teşbih, gücünü, ördüğü o ipten eve güvenip kendini koruma altında zanneden örümcek imgesinden alacaktır. Örümceğin durumu, ipten evlerini yıkılmaz kale sanan, kibir abidesi insanları imler yani. “Bilmek”teki o “keşke” etimolojik anlamıyla aşağıda olan dünyaya dâhildir. Örümceğin yuvasının “zayıflığını” başka bir imgeyle, yani dişi-erkek arasındaki ilişkinin devamlılığa sahip olmaması ve yavru-anne arasındaki bağların kusurlarıyla da düşünebiliriz. Nihayetinde ev, dişi-erkek-yavru arasındaki bağların gücüyle yuva olur. Akılla ulaşılan zan, aslında bir perdedir. Örümcek buna meseldir.
Ağın Hakikati; Peter Parker ile Spinoza Arasında
İlk kez çizgi roman olarak yayımlandığı 1962 yılından bugüne değin çok büyük bir etki alanı oluşturan, Stan Lee-Steve Ditko ikilisinin imza attığı kurgusal kahraman Örümcek Adam, teyzesi ve amcasıyla birlikte Queens, New York’ta yaşayan Peter Parker adlı yetim gencin, bilim müzesini ziyareti sırasında radyoaktif bir örümcek tarafından ısırılmasıyla değişen hayatını konu alıyordu. Kötülere karşı mücadele eden kahramanın silahları arasında süper güçler ve reflekslerle birlikte, yaklaşan tehlikelere karşı onu uyaran “örümcek güdüsü”nün de olduğunu hatırlıyoruz. Yetim çocuk Peter Parker’ın öteki kimliği Örümcek Adam, gerçek bir örümcekten ilhamla oluşturulan imgesi, hiçbir kahraman grubuna ait olmaması ve dramatik alt hikâyesiyle yalnızca bir yıl içinde devasa bir hayran kitlesine ulaşacaktı. Örümcek ısırığıyla başlayan süper kahraman macerasının bu kadar sevilip popülerleşmesinde, insan ile örümcek arasında kurulmuş o güçlü-görünmez bağların da bir payı olmalı. Ki Spinoza caddesinden yola çıktığımızda, ilerdeki dönüşlerin birinde mutlaka Peter Parker’e doğru açılan bir yol olduğu kanaatindeyim. İplerin örülmüşüyle yaşayan Peter Parker’ın yetim bileğinden fırlattığı ağlara dönebiliriz o hâlde.
Örümceğin ördüğü ağın, aslında bedeninin bir uzantısı ve ağ parçalarının da onun maddeye uzanan belleğinin parçası olduğunu söyleyen önemli bilim araştırmacıları var. Ağ, örümceğin uzvu mudur peki? Tüm varoluşuyla ördüğü evine verilen zararın örümceği etkileyerek takip eden hareketlerine, beynine ulaşan bilgiyi karşılamasına ve doğal davranışlarına yansıdığını söyleyen bu minvaldeki biliş araştırmaları, bedensel acıyı/yorgunluğu göze alarak inşa ettiği eviyle bütünleşmiş, ruhuyla hiç ondan ayrı düşmeyen hakikatli bir nakkaşla karşı karşıya olduğumuzu söylüyor galiba bize. Ağ, aynı zamanda örümceğin sahiciliğini de temsil ediyor, ağı üzerinde kurbanlarıyla gerçekleştirdiği “çıplak” karşılaşmaların filozofların ilgisini celp etmesi de bu sebeple anlaşılır. Örümceğin bir parçası olan ağ, ölüm olgusunu tahlil etme rolünde doğal bir arena yerine geçiyor.
Mesela Spinoza’nın yakın dostları, filozofun örümcek ağına fırlattığı sineklerin hayatları için nasıl ölümüne mücadele ettiklerini coşkuyla seyrettiğini ve çocuklar gibi kahkaha attığını anlatıyorlar. Spinoza’nın bu seyirlik ölüm “eğlence”sinden muradı neydi dersiniz? Hayvanların doğaları gereği ortaya koydukları gerçek davranışlarını gözlemleyen filozof, sinek ile örümceğin karşılaşmasındaki saflığı temaşa ederek ölüm olgusunun hesapsız/dışa dönük veçhelerine doğru bakar. Deleuze’e göre, örümcek-sinek savaşının Spinoza’yı büyülemiş olma gerekçeleri arasında, zorunlu ölümün dışsallığı ilk sırayı alacaktır. Olağan bir arenada gözlenen ölüm duygusu ve defalarca tecrübe edilebilen en saf karşılaşma… Eflatun’a atfedilen o sözü şimdi hatırlayabiliriz: “Dünyada en hırslı yaratık sinek en kanaatkâr yaratık ise örümcektir. Allah’ın en hırslı ve kararsız yaratığı en kanaatkâr olanına rızık yapması şaşılacak bir şeydir.”
Örümcek ki örümcek… O hendesi şaheserinde avını sabırla bekler ya da bir rüzgâra atlayıp çok uzaklara gider, hicretnamelerde adı hep hayırla anılır. İnsanoğlunun safında böcek ordusuna karşı savaşır, Sevr Mağarası’nda Hz. Peygamber’i düşmanlarından koruyan yine odur. Kanı şeffaftır, ağzının önünde iki zehirden çengel ve iki his ayağı, ey görünmez iplerde oynayan cambaz, ey sekiz bacaklı kanatsız! Gecenin kör nakkaşı, ağına kurduğu o dev müziğin “arpist”i, Cahiz’in şahikası, “kusursuz ev”in dokumacısı, “beytü’l-ankebut”un muhafızı.