Ömer Faruk Dönmez Okumak İçin 10 Sebep

Bir

Ömer Faruk Dönmez’in öykülerinde mizah daima ön plandadır. Karakterler, mekân ve dil mizaha hizmet eder. Öykünün sınırlarını aştığını düşündüğümüz metinlerde, mizahı bir mizansen olarak kullanır. Yazar reddettiği, eleştirdiği ne kadar “şey” varsa onlara mizah üzerinden kurduğu büyülü dünyasından cevap verir. Bu dünya, çoğu zaman öykü biçiminin sınırlarına riayet ederek bazen de farklı türlerle iç içe geçerek kurulur. Bazı kitaplarının isimlerinde de mizahla harmanladığı zıtlıkların etkisi hissedilir. Bir Yobazın Günlüğü, Ölü Bir Yazarın Anlattıkları…

İki

Öykülerinde tasavvufun etkileri görülür. Yazar modern döneme ait birçok kavram ve olguyu reddetse de günümüz insanını tasavvuf üzerinden okur. Ona göre dönem itibarıyla insanı anlamanın en kestirme yollarından biri tasavvuftur. Karakterlerine giydirdiği tasavvuf elbisesini neredeyse hiç çıkartmaz. Çünkü dünyayı kabul etmenin, ona katlanmanın yollarından biridir tasavvuf. Fakat yazar, bu alandaki kimi uygulamalara yönelik eleştiriden de geri kalmaz. Tasavvufun saf hâlini arar. Tarihsel arka planına doğru bir yolculuk yapar.

Üç

Anlam arayışını, mizah ve tasavvuf üzerinden tamamlar. Ret ve kabul olarak öyküye giren bu iki unsur zaman zaman dünyanın sinir uçlarında dolaşır. Öyküler boyunca idealize edilmiş bir yerden seslenmeyi düşünmez. Gerçeğin sesini açar yazar. Böylece gerçek, mizah ve tasavvufla buluşur. Bu buluşma, çatışma unsurunu besler. Tahkiyeye hizmet eder. Tüm bu karmaşanın içinde kurulan dünya yazarın üslubu hakkında fikir verir bize.

Dört

Yazarın ilk kitabı Hep Aynı Hikâye, ilk kitap acemiliğinden ziyade ne yaptığını bilen, yazdıklarının üzerine düşünmüş bir yazarın olgunluk dönemi kitabı gibidir. Kitap boyunca muazzam bir coşkuya, heyecan eşlik eder. Bir söyleşisinde şöyle der Dönmez: “Evet, ilk kitabımın yayımlanışından bu yana yaklaşık on sene geçti ve ben ilk kitabım için duyduğum o heyecanı ve sevinci her seferinde tekrar yaşadım: İnsanlığın kurtuluşuna, Tanrı’m, ne kadar da az kalmıştı.”

Beş

Hamza kitabı, yazarın en çok okunan kitaplarından biridir. Cafcaf dergisinde tefrika ettiği “Hamza” ve “Figan-ü Lügati-t Türk” öykülerini 2010 yılında Hamza adıyla yayınlamıştır. Hamza, uzun hikâye kabul edilmelidir. On dört başlıktan oluşan “Hamza” ve on üç kelimenin irdelendiği “Figan-ü Lügati-t Türk” üzerinden üniversite sınavına hazırlanan bir öğrencinin edebiyat tutkusu ve manevi arayışı; genç bireylerin yaşadıkları zorluklar ve toplumun yozlaşması mizahi bir dille anlatılır. Hamza, hayatın anlamını ararken Meczup Amca ile tanışır ve onun soruları karşısında zor duruma düşer. Yazar, “Hamza”da İslami terminolojiye daha sık başvurur ve eleştirilerini daha açık bir dille yapar.

Altı

Yazar, hayata ve insana dair mesajları öykü formunu deforme etmeden aktarır. Karakterler kimi zaman hafızasını yitirmiş bir profesör, ölmek üzere olan bir sinek, karısını öldüren bir koca yahut ölüm meleği olarak karşımıza çıkar. Öyküler bizi daima iyiye ve doğruya sevk etmek gibi sahici meselelerin sancısını çekerler.

Yedi

Öykü kitaplarının ardından gelen “Ab-ı Hayat” serisi üç kitaptan oluşmaktadır. Öykülerinde benimsediği ana izlek olan tasavvuf burada hayatın ta kendisi olarak karşımıza çıkar. Seriye bir sohbet kitabı demek bugünkü anlamıyla onu sınırlandırmak olacağından, “Hayata tutunmaya çalışan günümüz insanının sorularına ve sorunlarına odaklanan irfani düşüncenin yanında bıçkın bir hevesi de barındıran seri kitaplar.” demek daha doğru olacaktır.

Sekiz

Dervişan, düşünce eyleminin doruklara çıktığı bir metindir. Dolayısıyla okurla paslaşmalar ve okurun zihninde oluşturulmak istenen örüntü sık sık tekrarlanır. Okur köşeye sıkıştırılır. Bu durum metnin felsefik derinliğiyle alakalı olsa da elbette karakterlerle alakalı bir yönü de vardır. Ortaya çıkan bu fotoğrafın metin-metafor ikilisiyle ilişkisi yüksektir. Yazar hangi karakteri konuşturmak istese, hangi sosyolojik olayı anlatmak istese; mekân ve zemin fark etmeksizin “şimdiki hâli” kullanır. Karakterlerin gülünç, zavallı tipler olduğu söylenemez. Bilakis çoğu karakter yalnız olsa da kendi doğrularının peşinden giden ve bu uğurda bedel ödeyen kişilerdir. Olayın kahramanı imam efendinin cemaatiyle yaşadığı bir sohbet esnasında vuku bulan hadiseler okura doğaçlama bir metin gibi gösterilir. Hayatın içinden bir enstantane olması sebebiyle bu durum okurun dikkatini çeker.

Dokuz

Yolcu ve Burjuva, dilin sınırlarını zorlayarak meydana gelen bir kitaptır. Kitabın okuyucular tarafından anlaşılmasının zor olduğunu itiraf etmek gerek. Buna rağmen yazarın kurmak istediği bağlamı gören/bilen/hisseden okuyucular için yeni kapılar aralar. Âdeta okuyucuya, anlaşılmanın tek bir anlamdan geçmediğini birçok yan anlam barındırdığı ve bütün olarak anlaşılması gerektiğini fısıldar. Bunu modern yaşamın kolaylığına kaçmış bir okuyucu kitlesine söylüyor olması da önemli bir ayrıntı olarak duruyor karşımızda.

On