Divan şiirinde şairlerin birbirleriyle zaman zaman çekişmeleri olmuştur. İçinde diğerinin şairlik yeteneğine yönelik bir kıskançlığın da bulunduğu bu tür çekişmeler daha ziyade ya da zaman zaman mı diyelim birbirlerinin kişilik özellikleri üzerinden yapılmıştır. Bir başka şairin şiirinin tam aksi istikametinde anlamlar içerecek örneklereyse bildiğimiz kadarıyla hemen hemen hiç rastlanmaz. Karşıt bir iddia içeren bu tür şiir örneklerine nakize adı verilir ve divan şiiri geleneğinde nakize yazmak ayıp kabul edilir. Bir anlamda, şayet bir şiirdeki bakış açısını beğenmediysen onu yok sayacaksın.
Ancak kimi zaman bir şairin ileri sürdüğü şiirsel iddiaya başka bir şairin cevap vermiş gibi göründüğü örnekler de karşımıza çıkar. Elbette elimizde ikinci şairin doğrudan ilk şairi hedef aldığına dair bir kanıt yoktur. En azından ikinci şair, ölçü yahut redif, kafiye uyumuyla böyle bir itirazı dile getirdiğini belirtmemiştir.
Aşk, hassas mevzu. Kaç yüzyıl boyunca aynı duygu şiirlerde işlenirse işlensin, her şairin aşkı dile getirişinde ayrı bir tat var. Hâliyle şairlerin, aşk mevzusuna farklı cephelerden yaklaşması anlaşılabilir bir durum.
On beşinci yüzyıl şairi Ahmet Paşa’nın şöyle bir beyti var:
Yaktı çeşmim aşk odın dedi dile gir yan ana
Âh kim rahm itmedi bu dide-i giryân ana
Şunu söylemek istiyor Ahmet Paşa: Gözüm aşk ateşini yaktı, gönle “Oraya girip yan.” dedi fakat ağlayan gözlerim ona merhamet etmedi.
Ahmet Paşa, aşk gibi soyut bir duyguyu somut bir olayı canlandırarak gösteriyor ve aşkı, ev sahibinin misafiri kabul etmesi şeklinde bir benzetmeyle gösteriyor. Buna göre göz, ev sahibidir. Odla oda aynı kökten türemiş sözcükler kabul edilir. Od, Türkçede ateş demek. Odaysa ateş yakılan yer anlamına geliyor. Anlıyoruz ki eskiden, misafir odalarında ateşin yakıldığı ocaklar oluyormuş. Ev sahibi durumundaki göz; hazırlığını yapmış, ateşini yakmış, misafiri içeri buyur etmiş. Misafirse gönül. Sıra gönlün aşk ateşiyle yanmasına geliyor. Ne var ki gözyaşları ateşi söndürüyor, gönlün aşk ateşiyle yanmasına izin vermiyor.
Bu beyitten yola çıkarak edebî metnin bize verdiği imkânla anlıyoruz ki Ahmet Paşa, gözyaşının aşk duygusunu söndüreceği iddiasını taşıyor. Peki gerçekten öyle mi? Âşık ağlayınca hasreti diner mi, ateşi söner mi?
İşte bu noktada on altıncı yüzyıl şairi Fuzuli tam tersini söylüyor:
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlare su
Kim bu denlü dutuşan odlare kılmaz çâre su
Şöyle diyor Fuzuli: Ey gözüm, gönlümdeki ateşleri söndürmek için boş yere gözyaşı akıtma. Çünkü bu denli tutuşan ateşi su söndüremez.
Burada dikkat çekici olan, Fuzuli’nin de Ahmet Paşa’nın yürüdüğü yolu takip etmesi. Tıpkı Ahmet Paşa gibi, soyut bir duyguyu somut bir olayı göstererek anlatıyor Fuzuli. Kimya bilimine göre, çok güçlü ateşe su sıkıldığında suyun içerisinde bulunan yanıcı madde alev alacağından ateş sönmeyecektir. Aşk ateşi de güçlü bir ateş olduğuna göre, gözyaşının ona hiçbir etkisi olmayacak hatta aşkın daha da artmasını sağlayacaktır.
Şayet Fuzuli’de Ahmet Paşa’ya bir cevap vermek gayesi varsa onun iddiasını iki şekilde anlamak mümkün:
Bir: Yanılıyorsun Ahmet Paşa! Gözyaşının gücü gerçek bir aşk ateşini söndürmeye yetmez. Ağladığında insanın içinin ferahladığı doğrudur. Ölülerin ardından o yüzden ağıtlar yakılır. Hatta ağlamanın fiziksel acıları dindirmede bile etkisi var olmalı ki çocuklar, düşüp de bir yerleri acıdığında ağlarlar. Oysa aşk ateşi istisnadır. Onu gözyaşı söndüremez.
İki: Aşkın niteliğine bakmak gerekir Ahmet Paşa. Belki sevgili bir insansa yani söz konusu olan beşerî aşksa gözyaşının aşk üzerinde sağaltıcı bir etkisi olabilir. İlahi aşktaysa gözyaşı aşk ateşini daha bir körükler. İnsan Allah’ı yahut Peygamber’i düşünerek gözyaşı akıtacak olursa Allah’a veya Peygamber’e hissettiği samimi iman eksilmez, aksine artar. Şiirin devamı Hazreti Muhammed’i öven bir naat olduğuna göre, Fuzuli sanki bu ikinci iddiayı daha bir pekiştirerek dile getirmektedir.
Şimdi haklı olan hangi şairdir? Gelin hakemliği daha eskilerden bir başka şaire, on üçüncü yüzyılın büyük bilgesi Mevlana’ya vererek sözü nihayete bağlayalım:
“Âşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı ateş de.”