En Yüce’nin Yarattığı

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen.

Merdum-i dîde-i ekvân olan Ademsin sen.

Bazı meşhur dizilerde güzel sözler söyleyen, çoğu yaşlı, dervişane kıyafeti, hâl ve tavrı olan karakterlerin dilinden dökülüp gelmiş gibi duran bu dizelerin oldukça derin bir anlamı var. Şöyle demiş Mevlevi büyüğü Şeyh Galip:

Kendini hoş tut, çünkü âlemin özüsün sen.

Kâinatın göz bebeği olan insansın sen.

Evet, insan kâinatın kıymetlisi. Uğruna bu muhteşem düzeneğin yaratıldığı varlık, insan. Bir başka deyişle insan kâinat için yaratılmadı, aksine önce kâinat ve yeryüzü yaratıldı, donatıldı ardından insan var edildi. Tıpkı bir bebeğin doğumundan önce giysilerinin, odasının, eşyalarının hazırlanması gibi. Allah da insanı yaratmadan önce yerini yurdunu hazırladı, burada en konforlu şekilde yaşaması için gerekli kuralları belirledi, ona halife misyonu yükledi. “Halife” deyince akıllar karışmasın, göz önüne şahane giysiler içinde tahtına kurulmuş tarihî bir film karakteri gelmesin. “Yeryüzü halifesi” en genel anlamında sorumluluk üstlenen insan demektir. Ve bu sorumluluğu üstlenebilecek nitelikte yaratılan insan sadece kâinatın değil, Yüce Yaratıcının da kıymetlisidir. Daha doğrusu insan, Rabbinin kıymetlisi olması sebebiyle kâinatın özüdür.

İnsanı insan yapan, topraktan karılmış hamuruna canlılık ve değer veren Allah’ın ruhudur. Kendisine ait bir hassayı insana aktarmış olması Allah’ın insana verdiği kıymeti, ondan yana olma tercihini de anlatır. Üstelik Kur’an’da ifade edildiği üzere bunun iyelik ekiyle “ruhumdan” diyerek vurgulanması, (Hicr, 15/29; Sâd, 38/72) hem Allah’ın insana verdiği değeri hem de yakınlığını hissettirir. O’na yakın olma, O’nunla iletişime geçme ihtiyacını ruhumuzun ta derinliklerinde hissetmemiz de bundandır. Allah’la insan arasındaki konuşma ruhun diliyle oluşur. Ama Kur’an’da sadece bir ayette zikredilen “kendi ellerimle yarattığım” ifadesi insani varoluşa gösterilen ihtimamı bambaşka bir boyuta taşır. Kur’an üslubu böyledir işte, bazen önemli konuları tekrar tekrar söyler bazen de en can alıcı olanı bir kez söyler geçer, tabii anlayana. Âdem hakkında böyle denmiş olması, dilin imkânları içinde onun şahsında insana gösterilen yakınlığı; özenin, verilen değerin “en sıcak” şekilde ifade edilmesi anlamına gelir. Ancak bu ihtimamdan dolayı pek büyük karın ağrısı çeken biri vardır: İblis.

Varoluş serüveninin kötü karakteri gibidir iblis. Ateşten yaratıldığından dolayı, topraktan yaratılan Âdem’den daha üstün olduğuna inanır ve kendisinin ona secde etmek zorunda kalmasını içine yediremez bir türlü. Bu nedenle her zamanda her zeminde, “Âdem’e baş eğmeyenin”, onun kıymetini idrak etmeyenin “ismini şeytan okumak” gerekir. “Kendi ellerimle yarattığım şu varlığın önünde secde etmekten seni alıkoyan nedir? Büyüklük mü taslıyorsun yoksa gerçekten de ululardan biri mi oldun?” (Sâd, 38/75.) azarı, iblisin secde emrine itirazının ardından gelmiştir. “Beni affet” diyemez, suçu üzerinden atmaya ve intikam almaya döker işi. Başarır da üstelik. İşte bu nedenle bugün karşılaşılan her kötülük, kendisindeki donanımı yeterince başarıyla kullanmayıp yeryüzü halifeliğini layıkıyla üstlenemeyen her ziyan kul, iblisin vakt u zamanında başlattığı insanlığı hak yoldan saptırma projesinin hâlâ başarıyla devam ettiğinin delilidir. Canına, malına, ırzına, mukaddesatına saldırılan her bir kulun şeytani planlara, rehberliklere tabi olmuş başka kullarla yolu kesişmiş demektir. Akıl almaz kötülüklere bulanmış her insan, içindeki iyilik tohumlarını neredeyse çürütmüş, kötülük tohumlarını ise şeytanın da yardımıyla özenle sulamış, büyütmüş de büyütmüştür.

İnsanı, yaratılışını, varlığını kıskanan ve ona düşmanlık etmeye ant içen iblise karşı insana değerinin hatırlatılması, üzerinde düşünülmesi gereken bir veri. Evet, insan Rabbinin kıymetlisidir. Gazze’de saatte ortalama 5-6 çocuğun şehit olduğu, yıkılan binaların altında kalmış binlerce canın kabrine yerleştirilmeyi beklediği, insan canının, değerlerinin hiçe sayıldığı, dünyanın her yerinden zulme maruz kalmış insanların dramlarının bir anda ekrandan üzerimize döküldüğü sayısız durumda, bu kıymeti görmek zorlaşabilir. Son bir iki yüzyılın değişen değer yargılarının insanın sürüklendiği yerde sıradanlaştığı düşünülebilir. Bir yönüyle âlemde bir nokta, bir yönüyle de bütün âlemleri varlığında barındıran kendi başına bir âlem olduğunu anlamakta zorlanabilir, kendisini işleyen çarkın sıradan, önemsiz bir dişlisi gibi hissedebilir. İşte böyle anlar, Âlemlerin Rabbi’nin elleriyle yarattığı, ruhundan üflediği bir “halife” olduğunu hatırlamanın tam vaktidir.