Gün doğmadan uyandım günün yorgunluğuna. Efkâr demli yüreğim, küçük kabuğunda yol alsın istedim. Bir zemheri sabahında Selahattin’in dudaklarından uç uca eklenen kelimeler yağdı. Sözler yürüdü, bir öfke taşkınlığına. Yıkılmış duvarların içinden geçiyorum. Aydınlık çiçeklerin toprağa düşmüş tomurcuklarını arıyorum. Gazze’yi arıyorum. İçim bir soykırım sonrası. Kanıyor. Cehennem mahşerinde kanat çırpıp dünya ışıklarına gözlerini kapatan çocukları arıyorum. Ben burada değildim o zamanlar. O vakitlerde kimsenin yanında değildim. Sahipsiz bir yerdeydim. Issızdım. Habersizdim. Kucağım bu yüzden boş. İrili ufaklı sevimsiz düşünceleri dolaştırıp durdum dudaklarımda. Sesim bu yüzden yok. Ben bu yüzden yok gibiyim. Yoklukların kenarında bir dünya öylece çoğaltıyor kendini. Öylece büyüyor ve sonra kayboluyor. Küçük denecek yaşta ne varsa yürüyor içime. Cılız sesiyle tenhada kalmış bir kalbe iyice yerleşiyor. Derin yaralar açıyor. Çocuklar bir sonbahar yaprağı gibi kopup gidiyor hayattan. Ezip geçiyor silahlı arabalar bedenleri. Unutamıyorum. Göz bebekleri büyümüş ihtiyar kadınları unutamıyorum. Dünyaya küsen yavrucakları, çaresiz körpe kuzuları unutamıyorum.
Mahalleler, sokaklar, caddeler toplu mezar yeri. Renksiz ve büyük. Kıpırdıyor. Boyuna hareket ediyor. Ağırbaşlı haykırışlarla hırçınlıklar salıyorum. Toprağa bakıyorum. Ağrılı. Kırk bahar görse yeşermeyecek. Kudüs’e bakıyorum. Yaralı. Kırk tabip görse iyileşmeyecek. Gazze’ye bakıyorum. Acılı. Boşluğun en koyu yerinde hareketsiz yatıyor her şey. Sığınaklar oluşuyor dört bir yanda. Sabahın yamacında aydınlığa ulaşıyor hepsi. Kırık düşüncelerle seviniyorum.
Suskun zamanlarımızın teselli kaynağı asuman kederli. Avuç içlerinin sıcak kucağına düşmüş dualarla durmadan büyüyor. Bir uçurum çiçeği gibi Kudüs’ün eteğine serpilmiş yüreğimiz semaya açılı. Göklerin uçsuz bucaksız renginde beslenen çocuk sesleri duyuyorum. Tedirgin. Seslenebilseydim, bir işitenim olurdu belki. Geri dönün derdim. Geri dönün çocuklar. Belki gelirlerdi. Hiçbir yerde yaşanmayan korkuları olmazdı belki. Gazze’den geride kalmış ne varsa böylesine içini çekmezdi. Yeniden hayat bulurdu her şey. Soğuk olmazdı böylesine. Üşümezdim bu kadar. Nefes alırdım. Başımı Kudüs’ün eşiğine koyardım. Koyardım çünkü orada bir yerde bekliyor kardeşlerim. Canlarım bekliyor. Kendi kederinde susan Hanzala yine arkası dönük bekliyor. Ben bekliyorum. Utandıran bir mahcubiyet, alışılmış bir çaresizliğin ezikliği ile iç içe geçmiş, gitgide ağırlaşıyor. Ben bekliyorum. Kaybedilmemesi gereken ne varsa beklediğimde kaybediyorum. Kimsenin görmediği kavgalarda yitiriyorum bana ait olanları.
Durmadan devam eden bu şiddetli yok oluşlar arasında ruhun bunalımlı bir ihmalkârlıktan öfkeli bir hâle sıçrar. Dünyanın, feryatlarla çoğalan ateşten suyu dökülür başından aşağı bazen. Hayat derin bir kuyuya iter seni elinin tersiyle. Bazen donuk bir yasla şehadete teslim olmuş nefeslerin toprağa düşüşünü görürsün. Kıyısından köşesinden her bir tarafı cennet dallarına tutunmuş hayatları bırakırsın zamanın ışıklarına.
Zaman parçalanarak dağılsın istersin. Her bir parçası, umutla beklediğin haberler getirsin ve vakit orada dursun istersin.
Bazen tarumar olmuş şehrin oldukça kısa sürede yerini iniltilere bıraktığına şahit olursun. Cesetlere, yıkıntılar arasından elleriyle ulaşmaya koyulan çaresizler hiç de az değildir. Bir başka şiddetli patlama eşlik eder onlara bazen. Hesaplı hesapsız katliamlar bir fırtına hızıyla Filistin topraklarında yer değiştirir durur.
Sessizken ve suskunken, beklerken ve unutamazken, kanarken yaralarımız hatta boğazımız sıkılmışken, hiç de şaşırtıcı olmayan bu gaddarlık, kandan beslenen bu zalim güruh, tüm dünyayı kuşatmış, ele geçirmiş gibidir. Nefesleri ölüm kokar. Allah’ın elçilerine ihanet edenler, bir kısmını yalan sayıp bir kısmını öldürenler bunlar. Dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak Peygamber’e karşı “İşittik ve karşı geldik.” diyenler bunlar. Allah’ın eli bağlıdır, diyen lanet olasıcalar. Allah’ın sözünü dinlemeyen ve haddi aşan kahrolasıcılar. Kendilerine zillet damgası vurulmuş olanlar bunlar. İnsan ruhunu yaralayan, kalbini kanatanlar bunlar. Mescid-i Aksa’nın aziz ruhuna ihanet eden, onu yakan, mahzun ve tutsak hâle getirenler bunlar.
Bunlar işte yüreklerimizi yangın yerine çevirenler, gözlerimize cam kırıntıları serpiştirenler.
Unutulmasın istedim.
Gök kapıları açılsa da akan aydınlık yüzümüze baksa, mahmur yanıyla içimizi ısıtsa ne olur? Salih kulların sayısız nefesi kadar yapılan halis yakarışlar intizar perdelerini aralasa da işlese ruhumuza. O vakit gecelerin üstümüze bıraktığı ne varsa berraklaşacak, seherler ulu bir niyaz ile bedenimizden geçerek belirecek ve derin bir boşluktan bizi uyandıracak. Sabah serinliğiyle sarıp sarmalayan duru bir aydınlık ile varlığımız yıkanırken bize yeni bir gün bahşedilecek.
Duyulsun istedim.
Terk ettim tüm tedirgin ve çarpıntılı vakitleri. Göğün yüceliğine yuvalanmış cümlelerle bir hicret gönüllüsüyüm. Ciğerimiz sönsün, acısız yanımız olsun istedim.