Film Setinde Geçmeyen Bizim Hikâyemiz

İnsan anılmaya değer bir varlık olmadan evvel, yeryüzünde uzun bir zaman geçti. Her şey bir toz bulutuydu önceleri. Sonra gezegenler, yıldızlar var oldu. Sonra insan yaratıldı; önceleri üşümeyeceği, acıkmayacağı, yorulmayacağı bir bahçedeydi ancak meraklıydı ve merakına yenik düşerek o korunaklı bahçeden kovulacaktı.

Yeryüzü insan için zorluklarla dolu, sınanacağı, hatalar yapacağı, kimi zaman gülüp kimi zaman da ağlayacağı bir yurttu artık. Burada insan, bir kişinin ağaç altında gölgeleneceği kadar kısa bir süre kalacaktı.

İnsan nesneleri tanıyacak, o nesneleri işleyerek kendine korunaklı alanlar, hayatını kolaylaştıracak aletler yapacak yetenekteydi. Zaman geçtikte başka topluluklarla karşılaşacak, bu topluluklarla kimi zaman akraba kimi zaman düşman olacaktı. Kendi varlığına yeni hikâyeler ekleyecek, hikâye anlatan bir canlı olarak yeryüzünü gezecekti. İnsanın hikâyesi sonraki çağlarda yaşayacak torunlarına miras kalacak ve her yeni topluluk bu hikâyeleri aktaracak yeni yollar bulacaktı.

İnsan, yeryüzünde yaşadıklarıyla bir kitap yazacaktı. Yazdığı bu kitabı, günün birinde okuması istenecek ve hikâyesine göre yeni yurdunda sonsuz bir hayata başlayacaktı. İnsan, anılmaya değer bir varlık olduktan sonra yapıp ettiği her şey kayıt altına alınacak ve daha sonra onun için kayda değer bir anlam olarak karşısına dikilecekti.

İnsan, kendi hikâyesinin başrolüydü ama büyük hikâyede aslında yan roldeydi. İnsanlık tarihinde öne çıkan isimler olsa da herkesin hikâyesi tekti ve herkes kendi yapıp ettiklerinden sorumlu olacaktı. Bu hikâye herkes için zordu ama bu zorluktan kurtuluşun kuralları da konmuştu.

İnsanın hüsranda olduğu, insana en başında söylendi. İnsan hikâyesine aslında kayıplarla başlıyordu. Hüsrandaydı çünkü korunaklı bahçesinden kovulmuş ve zorluklara muhatap edilmişti. Ama bu zorlukları aşması için başka insanlar vardı yanında. Zorluğa karşı birlikte hareket ettiklerinde, birbirlerine destek olduklarında, güzel işler yaptıklarında bu zorlukları aşabileceklerdi.

İnsan yaşadığı beldede dik bir yokuşu aşmakla görevliydi. Bu yokuş o kadar dikti ki yokuşu geçemeyenin bir hikâyesinin de olmayacağı söylenmişti. Dik yokuşu geçmek için insanlara belli görevler verildi. Yetimi, yolda kalmışı, kimsesizi yalnız bırakmamak bu görevlerin başında geliyordu. Ancak insan benlik hevesinde, kendisi dışında hiçbir şeyi görmeyen bir yapıdaydı da. Bu onun hikâyesinde ona bir zorluk olarak verilmişti. Zor olan sadece çevresel etmenler değildi. Bizzat insanın kendisi de kendisine zorluklar çıkartabilirdi.

İnsan hikâyesinde kimi zaman kayıplar, kimi zaman kazançlar yaşayacaktı. Ama her ikisinde de hikâyesinin anlamlı olması aynı harekete bağlanmıştı. Ne mağrur olacaktı ne de ümitsizliğe kapılacaktı. Yönetmenin kim olduğunu ve elde edip kaybettiği şeylerin neden kendi başına geldiğini unutmamalıydı. İnsan bir sınanma alanındaydı ve her şey sınama içindi. Sınama bir gün bitecekti ve elde ettikleri ya da kaybettikleri değil, nasıl davrandığı önemliydi.

Ödül ve para insanlar arasında el değiştirecekti. Bu el değiştirme sürekli olacak ve servetini tek elde toplamayan, parasından karşılık beklemeden dağıtanlar hikâyenin kazananı olarak yazılacaktı. Çünkü vermek azaltmayan, aksine artıran, anlamlandıran, birikenlerin üzerindeki tozu ve kiri temizleyen bir özellik taşıyordu. Verdikçe hem verilen hem veren hem de alan arasında bağ güçleniyor, insana yüklenen yükler hafifliyor ve hikâyesinde insan kendisini doğru bir yerde bulacak şekilde konumlanıyordu.

Bu hikâye öyle bir hikâyeydi ki kazanmak için sonuç almak değil, çaba göstermek kıymetliydi. Çünkü sonuç insanın hikâyesi devam ederken görülemeyebilirdi ama çaba insanın yaşarken fark edeceği, kendisinden bir şeyler katabileceği bir şey olarak yazılmıştı. Bazen sadece şehrin dışından koşarak gelip, kızgın bir kalabalığa sakin olmalarını ve onlara doğruyu söyleyen, bunun için de herhangi bir ücret istemeyen insanlara uymalarını söylemek, hikâyenin kazananı olmak için yeter sebep sunuyordu. Bazense günler ve geceler boyunca doğruyu söylemek için yorulmadan didinmek. Ama hiçbirisinde insan bir şeyi sonuçlandırmak zorunda değildi.

İnsana her konu hakkında soru sorma ve hikâyesini sorduğu sorulara göre şekillendirme hakkı da tanınmıştı. Ancak soru sorarken niyeti önemliydi. Eğer kötü bir niyetle soru soruyor ve alacağı cevabın bedeline hazır olmadan hareket ediyorsa bu insanın hikâyesinin hüsranla sonuçlanmasına sebep olacaktı. Ama tehlikeli gibi gelen sorularda niyeti temizse ve alacağı cevabın tüm bedellerine hazırsa bu onun için kurtuluş olacaktı. Bir kısım insan, kurban edecekleri inekle ilgili sordukları sorular yüzünden kaybedenlerden olacakken, bir adam, yönetmenin varlığına dair tam olarak emin olmak için bir istekte bulununca önderlerden ilan edilebilecekti. Çünkü sorudan önce niyet ve alınacak cevaba tam teslimiyet önemliydi.