Bülbül havalanmış yüksekten uçar
Has bahçe içinde gülüm var deyi
Seni seven âşık serinden geçer
Güzeller içinde yârim var deyi
Karacaoğlan
Ne zaman bir bülbülün sesi duyulsa, uzak bir uğultu gibi şarkılar ruhumuzu sarsa ya da aşk ile vatan içimizde aynı anda tutuşsa, gidip o meşhur Selanik türküsüne düşer gönlümüz. Evet, her seferinde, bülbülüm altın kafeste. Sesin düğümlendiği, sözün sınırlandığı, hançerenin sustuğu bir an. Bülbül kafeste tutsak, kafes aşka düşmenin sembolü, özgürlük kavuşmak. Bülbülün kederini sesinden tanırız. Altın kafesin nazlısı değil, nar-ı aşkın tutsağıdır çünkü bir ömür; ben sana dayanamam yârim / ben sana aldanamam.
Bülbülün sesinde ne var? Ötüşünde saklı duran nedir dersiniz? Keder mi, ahenk mi, sevinç mi yoksa hiç bitmeyen haklı bir serzeniş mi? Gündelik hayatın koşuşturmasının ortasında muhasara altındayken, bir kuş sesinin musikili güzelliğine kulak verecek kadar ince yaşamaya hakkımız var mıdır? Galiba yok. Misafir olduğum evin bahçesine yeterince uykusuz bir seher vakti gelip konan bülbüllerin şakımalarını, asude bir bahar ülkesinin masmavi göğüne yükselmiş gibi dinlediğimi hatırlıyorum. Yalancı fecri gözlerken uykularıma yıldızlar yağdırarak parıldayan sesler. Neden, sevincime eşlik eden derinlerden bir elemi duyuyordum o hâlde bu kuşun ötüşünde? Bülbülün sesinde ne var? Bestekâr ve tamburi Refik Ersan şöyle diyor mesela: “Bülbül sesi, alafranga mıdır, alaturka mıdır? Ne cevap vereceğiz? Ne rast, nihâvend makamıdır; ne majör veya minördür. Yalnız, güzel bir musikidir. Musiki, herkesi ayrı ayrı seslerle mütehassis eder.”
Goncayı Gül Yapan Aşk
Bülbül âşıktır, bunu herkes bilir. Gülü sevmiştir, gülden başka her şey ona uzak. Gülün kızıl yapraklarında bıraktığı kalbi, her gece tan yeri ağarıncaya kadar şakıdığı için parçalanır, dağılan parçalarından goncalar fışkırır, bülbül aşkla budanır. Feryadını böyle duyurmuştur, cümle kâinata ayan olur bu aşk. Evet, bülbül âşıktır ama gül-bülbül ilişkisinin muhayyel bir aşkın sınırlarını taşıdığını söyleyebiliriz. Bülbülün âşığa, gülün de maşuğa benzetildiği bu ilişkinin başlangıcı, bülbülün güllerin açtığı günlerdeki daha coşkun, canlı, arzulu ötüşüne hizalanmıştır. Ama çok bilinmezli bu muhayyel sınırların, şairler tarafından -imgenin cazibeli gücüyle- yeniden çizilerek her seferinde başka rotlara doğru kanatlandırılmasında çok fazla bir beis yok. Bülbülün o küçük hançeresinden çıkan seslerin hatırı, bu kanatlandırmaya izin veriyor çünkü. Şairin elinden gelen budur.
Bülbül-gül ilişkisinde, gülün bülbülün göğsünden akan kanla kızararak, o koyu kırmızı rengini aldığına dair görkemli anlatının, Fars edebiyatından divan edebiyatına ve Doğu’dan Batı’ya kadar çok geniş bir zeminde hayat bularak, nihayetinde Fuzuli’den Oscar Wilde’a değin uzanmasında, bülbülün bağrını kanatan o sonsuz fedakâr aşk’ın doğurduğu yaygın evrensel duygunun ve buna bağlı etki gücünün de payı vardır. Sonsuz fedakâr aşk, her daim hayranlık, hüzün ve hayretle seyredilir.
Aşkın Adaleti
Evet, gül naz uykusundan uyandığında bülbülün kanını içer. Bülbül buna hazırdır. Ki goncayı gül yapan, bülbülün ölümsüz aşkıdır zaten. Gülün hilesi ile bülbülün rızası, iç içe geçmiş aynalar gibi karşılıklı olarak sonsuza uzanır. Hangisi gerçek, aslında bilinmez. Bülbül en başından razıdır belki, bağrı kanasa da goncanın kızarıp gül olmasına. Ya da gül, bülbülü, aşk için nelerden vazgeçebilir diye sınamıştır o anda orada. Âşıklar sınanmaz mıydı?
En kederli türküleri, en güzel şiirleri ve en dertli şarkıları bülbülün aşkına ve ötüşüne dipnotlar düşürerek büyük bir feryada dönüştüren sır, bülbülün gülü terk eylese de kanayan bağrından damlayan kanın hesabını soracak kadar cesur olmamasında saklıdır. Âşık olacak kadar cesur ama kendi yakasına yapışacak kadar adil değil. Aşkın adaleti yoktur çünkü, bunu en iyi bülbülün bağrı bilir ve âşık kendine haksızlık yapmaktan çekinmez. Bir nağmede bin sihir yapıp kanından gülün kalbine kopmaz bir kızıl hat çekse de yine aynı sona ram olacaktır, aşk için ötüşünü ölümsüz şarkılara benzetmesinin de bir hükmü yoktur. Gül onun yurdu mudur?
Yurdu Güllerden Bilinen
Bülbül, nightengale, andelib, hezar… Binbir türlü hikâye söyleyen, güzel sesli, kul öksüzü, ahenk kuşu. Gül bahçesinde bekler bizi, güller arasındadır yeri. Yüz yapraklı sadberk ile sarhoş olmuştur. Gülistan’dan beyitler okuyarak karşılar yeni günü. Yurdu güllerden bilinir, yeri güllere sorulur. Aşk onu dağlamıştır, gül olur, gülden seslenir. Gülizar makamında ahuzar eder, ki bu feryadını ıslıklı ötüşüyle destan eyler. Dünya onu gülden sorar.
Bülbülün sesinde ne var?