Ateşte Kelebekler Sönmeyi Bekler

Dış kapının çıkrığı hafifçe açıldı. Çıkrığın yayları paslanmış olmalı ki açılır açılmaz çocuk ağlamasına benzer ince bir ses kapladı bahçeyi. Sonbahar mevsiminin bütün güzellikleri dört bir yana yayılmıştı. Bir tek “Kanlıcanın ihtiyarları eksik bu bahçede.” diye takıldı Nesrin Hanım ağaç diplerindeki sararmış yaprakları toplamakla meşgul Bahçıvan Ali’ye.

Bahçıvan Ali, konuşmayı pek sevmezdi. Kafasını kaldırıp iki elini yana saldı. Bu hareketiyle “Ne yaparsın, elimizden ne gelir, gidenler gitti.” der gibiydi. Elinde çiçek sulama ibriğiyle bu mevsimde geçip giden yeşilliğe inat kadife çiçeklerini sulamakla meşguldü. Üst mahalleden birileri yine anız yakmış olmalıydı, duman neredeyse avluyu aşıp arsızca evin içine doğru giriyordu. Sis olsa durur durur çiğ tanesine dönüşüp giderdi ama bu dışarıdaki dumanı nereye kadar kovalayabiliriz ki, diye düşünmeden edemedi. Bir eliyle burnunu tutarak gözlerini Bahçıvan Ali’den yana çevirdi. Onun bulunduğu fidanlık tarafına duman hiç uğramamış gibiydi. Kasımpatı, kamelya, hercai menekşe ve biberiyeler anız ateşinin geniz yakan acı dumanına inat sanki koyu bir sohbete dalmışlardı. Daha yamaçtan aşağıya inmeden, dumanı kokusundan fark eder etmez arıdan çekirgeye, karıncadan kelebeğe bütün hayvanat fidanlıkla fundalık arasında dolanıp durdu.

Nesrin Hanım’ın yirmi beş yıllık kocası Hayırhah Mustafa ne olmuşsa olmuş, bir iki sene içerisinde Hayta Mustafa’ya dönüşmüş, o günden bugüne de evin barkın pek bir tadı kalmamıştı. Çocuklarından biri kasabada lise son sınıfta okurken ondan altı yaş büyük ağabeyi ise Ankara’da veterinerlik fakültesini bitirip bir hayvan kliniğinde çalışmaya başlamıştı. Hayırhah Mustafa yani namıdiğer Hayta Mustafa bağ bahçe işlerinden inşaatçılığa, hayvancılıktan pazarcılığa kadar elinden birçok iş gelen bir adamdı. Çok verimli meyve bahçeleri vardı, otlakları ve bostanları vardı. Kendisi köyde yokken eşi tek başına bu kadar işle uğraşamayacağı için eşinin yeğeni Ali’yi bahçıvan olarak tutmuştu. Nesrin Hanım, o kadar işin içinde kocasının son günlerde Dellal Hamza namlı, dağlı bir adamla ahbaplık kurduğunu, onunla ceylan ve geyik avlayarak bol bol günaha girdiğini bilmez değildi. Ne zaman kocasının bu işleri aklına gelse “Hadi neyse…” der ve gerisini getirmezdi. O, kocasının geçmiş yıllarda yaşadığı düzenli hayatının bir ödülü gibiydi. Ceylan ve geyik avcılığını ne kadar içine sinmese de görmezden gelebilirdi. Fakat Nesrin Hanım’ı endişelendiren, Dellal Hamza ile yola çıkanın yolda kurtla, çakalla, haramiyle karşılaşma ihtimaliydi. Korktuğu başına da gelmişti. Kocası endemik bitki kaçakçılığından arazi gasbına, horoz yarışından tefeciliğe kadar bir sürü kirli işe bulaşmıştı. Dellal Hamza, çok kısa zaman içerisinde Hayırhah Mustafa’yı Hayta Mustafa’ya dönüştürmekte hiç zorluk çekmemişti. Köydekiler Hayırhah Mustafa’nın bu değişimine bir anlam veremiyordu. Genç olsa anlaşılır, genç genci ayartır; ama ellisini aşmış adamın kendisi gibi bir adamdan etkilenip huzurlu hayatını bırakmasına, karanlık sokaklarda geziyor oluşuna akıl erdiremiyorlardı. Dellal Hamza’ya gelince köy bir tarafa tüm kasaba halkı bile onu çok iyi tanırdı. Kendisinden ne vakit söz açılsa herkes cümle kurmaya üşenir ve sadece “Allah onu ıslah etsin!” deyip geçerdi.