Mutluluk Ne Kadar Uzakta?

Sabah uyandığımızda üzerimizde bir keyifsizlik sisiyle yataktan kalkıyoruz. Yaşama sevincimizin olmadığını, her günün birbirinin aynısı olduğunu düşünüyoruz. Sahip olduklarımızın genel olarak bir anlamı olmadığına, dışarıdaki insanların bir yıldız ışığıyla uyandığına, her an mutlu olduklarına, sahip oldukları şeylerin bizim sahip olduklarımıza kıyasla daha kıymetli olduğuna inanıyoruz. Yaşadığımız hayatın sınırlarını aşmazsak mutluluğu asla bulamayacağımızı, anlamsız bir hayat içerisinde yaşayıp vaktimiz dolduğunda bu dünyadan göçeceğimizi düşünüyoruz.

Gündelik hayatımızda, her yerden üzerimize boca edilen “daha iyi”yi gösterdiğini iddia eden, “daha komik” olduğunu belli etmeye çalışan, “daha mutlu” yaşadığını kanıtlamaya çalışan birçok içerikle muhatap oluyoruz. Bu “daha” bombardımanı altında sakin bir hayat sürmemiz, elimizdekilerin farkına varmamız, kendi hikâyemizi fark etmemizse imkânsız hâle geliyor. Âdeta küçük salımızla fırtınalarla dolu bir okyanusun ortasında ilerlemeye çalışıyor gibi hissediyoruz ve zihnimizde yankılanan tek bir cümle duyuyoruz: Gemisini kurtaran kaptan.

Bu fırtınalı sulardan kurtulmak için ilk olarak elimizdeki salın yetersizliğine odaklanıyoruz. Bu sal değil de bir teknem olsaydı her şey daha farklı olacaktı diye düşünüyoruz. Daha sonra suyun sadece bizim zamanımızda bu kadar dalgalı ve havanın fırtınalı olduğunu düşünüyoruz. Bu da mevcut durumumuz içinde bizim dışımızda gelişen ve bizi şanssız kılan şartlar bulmamıza sebep oluyor. Ancak okyanuslarının her zaman ve her devirde farklı zorluklar taşıdığını, fırtına olmasa da başka zorlukları önümüze sereceğini göremiyoruz. Bununla birlikte aslında bizim gibi birçok insanın sallarıyla okyanusun ortasında kaldığını ama ilerleme çabasını içinde diri tuttuğunu göremiyoruz. Çünkü tam bunlar olurken lüks yatıyla okyanusta duran bir kullanıcının keyif yaparken paylaştığı story telefonumuzun ekranına düşüveriyor. Tüm düşüncelerimizin gerçekliğini doğrulayan bir kanıt olarak ona sımsıkı sarılıyoruz.

Mutluluk Neden Bu Kadar Önemli?

Mutluluk, insanın sahip olduğu duygulardan sadece bir tanesiyken ve öfke, kaygı, sinir, heyecan gibi geçiciyken bizler mutluluğun sürekli olması gerektiği yanılsamasına hapsedilmiş şekilde yaşıyoruz. Anlık bir duygu olan mutluluğu sürekli hâle getirmeye çalışıyoruz. Çünkü yaşadığımız zamanlar can sıkıntısını kaçmamız gereken bir cüzzam olarak gösteriyor bizlere. Oysa canımızın sıkılması bize hayatı yaşamamızı, keşfetmemizi, içinde bulunduğumuz anı daha keyifli hâle getirecek imkânları sağlayan en değerli duygusal durumken, mutluluğa odaklanan bizlerin zombiler gibi tek bir şeyin peşinden gitmesi isteniyor.

Mutluluk dediğimizde ya da insanı ne mutlu eder, diye sorduğumuzda insan sayısı kadar farklı cevaba ve inanışa ulaşırız. Çünkü mutluluk, formülü tek olan bir şey değildir. Biraz heyecan, biraz sürpriz, biraz da keyif kattığımızda elde edeceğimiz bir formüle sahip değildir o. Mutluluk anlıktır. Tıpkı öfke gibi. Bir süre sonra geçecektir ve insan normaline ulaşacaktır. Ama ideal mutluluk formülü sunmak ve insanların sürekli olarak ne aradığını bilmeden “mutluluk” adında bir şeyi araması, içinde yaşadığımız zamanda insanları bir yere kanalize etmenin en kolay yoludur. Çünkü biz hariç herkes mutludur. Sosyal medya ağlarına baktığımızda bunu görürüz. Aynı yemekleri yiyor olsak da diğer insanlar o yemekleri yerken çok daha mutludur sanki. Onların sahip olduğu farklı şeyler vardır. Böyle düşünürüz. Oysa farklı olan tek şey, paylaşım yaptığımız hesapların kişisel olmasından başka bir şey değildir.

Günümüzde mutluluk önemsenir, çünkü mutluluk dopamin üzerinden formülize edilir. Dopamin zevk, memnuniyet ve motivasyon hissetmeyi sağlamaktan sorumludur. Sinir sistemi vücudun ürettiği dopamini sinir hücreleri arasında mesaj göndermek için kullanır. Bir şey başarıldığında kendinizi iyi hissediyor olma nedeniniz beyinde dopaminin dalgalanmasından kaynaklıdır. Dijital dünyadaki uygulamaların tamamı dopamin temelli hareket eder. Her bir beğeni, aldığımız her olumlu yorum, oyunlarda geçtiğimiz her bölüm beynimize dopamin salgılatır. Ancak dopamin öyle bir şeydir ki bir süre sonra dopamin salgılamak için aynı şeyi daha çok yapmanız gerekir ve bir yerden sonra da artık eylemleriniz dopamin salgılanmasını engeller. Hâl böyle olunca da sosyal ağlarda daha çok vakit geçiririz. Âdeta bağımlı oluruz. Çünkü dopamine alıştığımız için ve bir zamanlar çok daha kolay salgılandığı ve ona hemen ulaştığımız için onu bir daha isteriz. Ama artık işler tersine dönmüştür. Dopamin salgılanması için daha fazla efor sarf etmemiz gerekir. Böyle olunca da mutsuzluk kaçınılmazdır. Haz almayız, keyif duymayız hiçbir şeyden. Tatsız bir hayata merhaba deriz.

Mutluluk Uzaklarda mı?