Nietzsche’nin, Putların Alacakaranlığı eserinde, eş değer trajik konumları itibarıyla filozof ile eşek arasında kurduğu bağlantı şöyledir: “Bir eşek, trajik olabilir mi? Ne taşıyabildiği ne de üzerinden atabildiği bir yükün altında ezilmek! İşte, filozofun durumu.” Filozofun, Nietzsche’nin işaret ettiği biçimiyle eşekliği, kendisini bu iki durum arasında özgür bir tercih yapmaya icbar ettiği an başlamıştır. Seçilmiş bir hayatın bedelidir bu. Ruhuna ve omuzlarına ağır gelen yük’ten -her şeye rağmen- vazgeçmek o kadar kolay değildir. Filozofun taşımakta zorlandığı şey öz benliğidir belki, insan en çok kendine yük olur çünkü. Yine de bu hâl, evet fazlasıyla trajiktir. İki seçiminde de mağlup olacaktır filozof. Oysa eşek, hiç trajik değildir. Seçme şansı yoktur, çektiği cefayı bilir ve içgüdüsel olarak sırtındaki yük’e karşı bir savunma refleksi geliştirmiştir sadece. Eşek, gözlerinde çok ağır bir hüzün taşır. Trajik değil, kederlidir. Filozof, eşekten hiza almaz ama onun zorlu hayatına bakıp ibret alacaktır mutlaka. Yükünü tanır çünkü, o mecburi yükünü.
Eşek öylece durur bazen, hiyerarşi bilmez, sağrılarındaki kırbaç izlerine aldırmaz, itaat etmez. Huysuz ve inatçı addedilse de inadı/inatçılığı, ona yapılan zorbalığa açık bir direniştir. İnsanın, eşeğin yük taşıma fedakârlığına karşı yüzyıllar boyunca hep çok acımasız ve merhametsiz bir tavır sergilediğini söyleyebiliriz. Şiddet kullanarak boyun eğdirmek ve işe yaramaz hâle geldiğinde ondan kurtulmak, bu zulmün bilinen tarihine dâhildir. Eşeğin inadı sanılan şeyin, aslında bizatihi onuru olması ve bunun, üzerinde kurulan egemenliğe itirazını da kapsaması anlaşılır meseleler. Yani eşeklik yapmıyor, yalnızca insanlık bekliyordu bunca yıl.
Eşeğin Sırtına Yüklenen Medeniyet
Atlardan çok daha önce insana yoldaş-yâren olan eşeklerin, yedi bin yıllık evcileştirilme macerasının başlangıcını Afrika kıtası oluşturuyor. Göçebe çobanların Afrika Boynuzu’ndaki yabani soylardan evcileştirerek insanlığın en büyük yardımcısı/hizmetkârı yaptıkları bu yük hayvanları, değişen ikim koşullarıyla birlikte ortaya çıkan sarp arazilerdeki dayanıklı hâlleriyle dikkat çekmiş ve kara yollarının uzun mesafe taşıyıcısı unvanıyla insanoğluna yüzlerce yıl hiç şikâyet etmeden hizmet etmişlerdir. Bu bağlamda insanlık tarihinin ilk dönemlerinden beri medeniyetin ilerlemesi, ekonomik genişlemenin sağlanması ve toplumların hareket alanı bulmasındaki anahtar rol, gündelik hayatın başaktörlerinden sayılan çilekeş eşeklerin sırtına yüklenmiştir. Sanayi Devrimi’ne kadar başat önemini koruyan, devam eden yıllarda ise yavaş yavaş şehirden uzaklaşarak kırsal bölgelerdeki rutin işleyişin değişmez parçası hâline gelen fenomen bir hayvandan söz ediyoruz. Eşeksiz bir hanenin eksik sayıldığı zamanlar ve ailenin en sebatkâr üyesi. Merkep, karakaçan ya da uzun kulaklı.
Eşek, tam bir vazife hayvanıdır. Az yemle çok çalışmayı bilir. Ataları çölden geldiği için dayanıklı, otçul olduğu için zararsız, karakteri olduğu için inatçı, bastığı yeri görebildiği için iz sürücü ve güzergâh hafızası güçlü olduğu için kılavuzdur. Deve kervanlarının başında, İskender’in ordusunda, Roma’nın yollarında, Aristo’nun sözlerinde ve Hoca Nasreddin’in mizahında yeri hazırdır. Hz. İsa Kudüs’e bir eşeğin sırtında girer; Paris, Roma, İstanbul eşeklerin yolu üzerinde inşa edilmiştir, hastalıklara deva olan sütü şifalı, sürmeli güzel gözleri ve uzun kulaklarıyla çocukların sevgilisidir. Yalnızca geceleri terler, detone sesli, ağırkanlı ve sadıkanedir. Bremen’in mızıkacısı, Nuh’un Gemisi’nin en son yolcusu, Midas’ın kulaklarıdır.
Eşekleştirmenin Tarihi
Öz Türkçede eşgek, Arapçada hımâr, Farsçada har, Kürtçede ker, İngilizcede donkey. Tüm coğrafyalarda hayat bulmuş, uygarlığın sınırlarını çizmiş, adına harnameler/fabllar yazılmış fazlasıyla ortak bir tanıdık. Evrensel bir simge aynı zamanda. Ortadoğu’daki bir siyasi partinin adından, Amerikan Demokratlarının sembolü olmasına kadar uzanan bir mesele. Napoli’nin maskotu, Katalonya’nın tepkisel boğasıdır mesela.
Eşeklerle ilgili dinî metinler üzerinden başlayıp folklorda iyice yerleşik hâle gelen bir iğneleme kültürü hatta aleni biçimde hor’lama olduğu söylenebilir. Eşeklik gibi, aptallıkla eş değer görülen evrensel bir olumsuzlamanın ortaya çıkarak yaygınlaşmasının, eşeğin doğrudan varlığına değil yarattığı kültürel imgeye ait olduğu ortada aslında. Dünya üzerinde hiç eşek kalmasa da yaratılan imge üzerinden üretilmiş mitler ölümsüzlüğünü koruyacaktır muhtemelen. Eşeklik, bütün olumsuz çağrışımlarını da yanına alarak deyim, atasözü ve benzetmelerde kendine yer bulmuş kült bir kavram. Eşek, insanın bütün kusurların toplamını temsil eder sanki; laf anlamaz, ebleh, huysuz, hımbıl, kaba, uyuşuk, andaval, tembel, akılsız, sakar, kötü sesli, inatçı ve uyumsuz gibi anlamlara açılan geniş bir sözlü kültür külliyatının da yegâne öznesidir. Mesnevi’de kullanılan “eşek” metaforuna yüklenen anlamlar da ağırlıklı olarak buradan konuşur. Nefs eşeği, eşeklik yapan nefsin dizginlenmesi, müridin eşekliği gibi benzetmeler çok yaygındır. Yine yükten kaçan eşekle ilişkilendirilen nefsin, sırtına ancak sabır ve şükür yüklenerek terbiye edilebileceğini söyler bize tasavvuf. Sosyolog Ali Şeriati de kendi kavramsallaştırmasıyla “eşekleştirme”yi, bilinç üzerinden ele alıp insan zihninin, ister fert ister toplum olsun, insanın bilgi, şuur ve istikametinin insani bilinçten ve sosyal bilinçten saptırılması olarak yorumlayarak bilincin sıhhati için eşeklik yapmamayı öğütlüyor. Aslında eşeklik kumaşı/sıfatı söz gelimi bir sıpaya çok yakışsa da insanın eşekliği hiç çekilmiyor.
Nihayetinde eşek gadre uğramıştır, burası kesin. Masumiyet karinesinin açık ihlalidir bu. Atın asaletinin karşısına konumlandırılan eşeğin huysuzluğu, bu iki binek hayvanı arasında uçurum seviyesinde bir yüceltme-yerme kıyasını ortaya çıkarmıştır mesela. Oysa eşek fena hâlde masumdur. Sabır, sükûnet ve sadakatle yoldaşı insana hizmet ederek sessizce yaşayıp gitse de övgüler her zaman ata, aşağılamalar ise eşeğin payına yazılmıştır. Oysa eşek, yakın akrabası ata göre daha dayanıklı, güçlü ve akıllıdır. Yere daha sağlam basar, görüşü daha keskin, çetin koşullara, zor yollara, sarp arazilere daha yatkındır. Ama atların gölgesinde, eziyet ve cefayla hiç takdir edilmeden, dayağın, hakaretin eksik olmadığı bir hayat sürmeye mahkûm edilmiştir. Eşek, güzel gözlerine yerleşmiş o derin kederle göçer bu dünyadan. Doğası gereği “eşeklik” yapan bu dervişane hayvan, bütün ürkekliğine, uysallığına rağmen asla insanoğluna yaranamamıştır. Yine de iki masumiyet birbirini bulur ve çocuklar eşekleri çok severler.
Masumiyetin Ne Olduğunu Bilmemen Masumiyetindir Senin
Robert Bresson’un başyapıtlarından Rastgele Balthazar (1966) filmi, eşek Balthazar’ın derin suskunluğuyla örülmüş o çileli yolculuğunu anlatır bize. Başrolde her şeye katlanarak hayatın acımasızlığı karşısında çektiği çileye tutunan Balthazar’ı görürüz. Evet, o bir eşektir; sufi gibi bakar yüzümüze, saflığın ortasındadır. Burada, insanı eşekleştirmez aslında Bresson. Balthazar’ın gözlerine bakmamızı sağlar yalnızca. Film burada biter zaten, başlar yani. Rastgele Balthazar’ın, tüm hayatı boyunca onu ağlatan ilk ve son film olduğunu söyleyen Polonyalı yönetmen Jerzy Skolimowski’nin gözyaşlarına dipnot düştüğü filmi Aİ (2022) Polonya’da sirkte doğan bir eşeğin hayat yolculuğunu yine masumiyet üzerinden anlatır. Skolimowski şöyle diyor: “Ama eşek her zaman kusursuzdur, hep ne ise odur; zira hayvanlar oynamazlar. Onlar, olurlar. Bir şeyi icra etmekte olduklarının idrakinde değillerdir, bundan daha iyi bir aktör olamaz.”
Nietzsche Böyle Buyurdu Zerdüşt’te, tapılan ve tütsülenen bir eşeği övmek amacıyla “en çirkin insan” tarafından söylenen tuhaf bir ilahiden bahsediyordu. Övgüye mazhar olan eşeğin her övgü cümlesinin akabinde bunu tasdik eder gibi anırmasıyla kesilen ve tekrar devam eden o tuhaf ilahi şöyleydi: “Taşır yükümüzü, uşak yerine geçer, yürekten sabırlıdır ve hiçbir zaman hayır demez; tanrısını seven onu pataklar. Konuşmaz; yarattığı dünyaya her zaman evet demenin dışında; böyle över dünyasını. Akıllılığıdır konuşmaması; böylece hiç haksız çıkmaz. Gösterişsiz dolaşır dünyayı. Gridir en sevdiği renk, erdemlerini gizler bu rengin ardında. Tini varsa, gizler onu; ama herkes inanır uzun kulaklarına. Nasıl da gizli bir bilgeliktir uzun kulaklarının olması ve her zaman evet deyip hiçbir zaman hayır dememesi! (…)
Yürürsün düzgün ve eğri yollarda; dert etmezsin kendine insana düzgün ya da eğri geleni, iyinin ve kötünün ötesindedir senin krallığın. Masumiyetin ne olduğunu bilmemek masumiyetindir senin. Baksana, kimseyi geri çevirmezsin, ne dilencileri ne de kralları. Küçük çocukları yaklaştırırsın yanına, kötü oğlanlar tuzağa düşürseler de seni, saf saf konuşursun A-İ diye. …taze incirleri seversin, yemek seçmezsin. Bir devedikeni okşar yüreğini karnın aç olduğu zaman. Tanrısal bir bilgelik vardır bunda.”