Bir. Ahmet Hamdi Tanpınar bir “terkip” insanıydı. Sadece Doğu ve Batı’nın değil, sadece dil ve üslubun değildi bu terkip. Şahsiyeti bir terkipti âdeta. Özel bir dil ve bakış açısı inşa edebildi bu sebeple. Hilmi Ziya Ülken bu terkibin ne olduğunu, “İki Hamdi vardı: İfade edilemezi yaşayan ve gerçeği mühendis gibi gören. Birinde şair ötekinde muhakemeci idi. İkincisine geçtiği zaman hadiseleri berraklığı ile görür ve bir kadı gibi muhakeme ederdi. Şair ve âlim, iki şahsiyeti bu iki insanı paylaşmış olduğu zaman onu rahat rahat takip edebilirdik. Fakat bazen bu iki insan yan yana gelir ve boğuşurdu. Aynı hikâyede, aynı nesirde iki dünya görüşü, iki stil birbirini kovalar, şairden muhakemeciye geçiş bizi şaşırtırdı. Bazen de üçüncü bir Hamdi beliriverir; hadiselerin katılığından rahatsız olan şair kendi gündelik varlığına ve dünyaya istihzanın acı neşterini batırır, yumuşak latifeden hicve kadar bunun her çeşidini kullanırdı.” cümleleriyle anlatır.
İki. Tanpınar’ın Mahur Beste, Huzur ve Sahnenin Dışındakiler romanları ortak karakterleri dolayısıyla âdeta bir nehir roman gibidir. Tanpınar; ilk romanı Mahur Beste’de Tanzimat ve Abdülhamit Dönemi’ni, ikinci romanı Huzur’da 1937-38 yıllarını, üçüncü romanı Sahnenin Dışındakiler’de ise 1920-21 yıllarını konu alır. Bu üç roman birbirinden bağımsız olarak da okunabileceği gibi Türk Batılılaşmasının bir cephesini hikâye eden bir nehir roman olarak da değerlendirilebilir.
Üç. Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı bu topraklarda yaşanan değişim ve savrulmaların abidevi bir ironisidir. Enstitü, barındırdığı karakterler ve anlattığı olaylar çerçevesinde ilk üç romanda anlatılan çerçevenin eleştirel bir panoramasını sunar. Batılılaşma maceramızla birlikte zaman algısının değişmesini ve kurumların sosyal hayat içindeki yerlerinin dönüşümünü ironileştiren Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü okumak, sadece okurlara değil yazarlara da “ilham verici” bir tecrübe sunar.
Dört. Tanpınar; şiirlerini, hikâyelerini, romanlarını, denemelerini hep aynı mücevher ustası titizliği ile kaleme alır. Vefat ettiğinde yarım kalan Aydaki Kadın’ı yazmaya başladığını, ölümünden önce 1954’te açıklar mesela. Yazdıklarına karşı çok acımasız davranan Tanpınar, sırf bu titizliği ile bile ilham kaynağı olabilir.
Beş. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın daha önce yayımlanmış olan Yaz Yağmuru ve Abdullah Efendi’nin Rüyaları isimli kitaplarında yer alan hikâyelerle sağlığında kitaplaşmamış hikâyelerinin toplamından oluşan Hikâyeler isimli kitabı, en az romanları kadar zengin ve dikkat çekicidir. Necip Tosun’un Öykümüzün Sınır Taşları’nda kaleme aldığı cümlelerle: “Tanpınar öykülerinde pek çok anlatım biçimini denemiştir. Grotesk, korku ve fantastik türde öyküler yazan Tanpınar; iç monolog, bilinç akışı, geriye dönüş, sembolik anlatım, soyutlama gibi anlatı yöntemleri kullanmıştır. O gelir geçer, yüzeysel, sığ gerçeklerle uğraşmayıp eşyada ve olayda değişmezi aramış ve bu yüzden sembolik anlatıma, soyutlamaya yönelmiştir. Böylece gerçeğin anlam alanını genişletmiş, çoğaltmış, kalıcı kılmıştır.”
Altı. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın; Ankara, Erzurum, Konya, Bursa, İstanbul şehirlerini anlattığı deneme kitabı Beş Şehir, onun kültüre, tarihe ve hayata bakışını şehirler üzerinden anlattığı bir kitaptır. “Beş Şehir’in asıl konusu,” der Tanpınar, “hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır. İlk bakışta birbiriyle çatışır gibi görünen bu iki duyguyu sevgi kelimesinde birleştirebiliriz. Bu sevginin kendisine çerçeve olarak seçtiği şehirler, benim hayatımın tesadüfleridir. Bu itibarla, onların arkasında kendi insanımızı ve hayatımızı, vatanın manevi çehresi olan kültürümüzü görmek daha doğru olur.”
Yedi. Tanpınar, bir deneme ustasıdır. Yaşadığım Gibi, çeşitli gazete ve dergilerde yer alan denemelerinin bir toplamıdır. Sadece “Lodosa, Sise ve Lüfere Dair” başlıklı denemesi bile Türk denemecilik tarihinin en özel metinlerinden biridir. Mehmet Kaplan Yaşadığım Gibi için kaleme aldığı ön sözde: “Tanpınar, tabiata olduğu kadar tarihe, memleket meselelerine olduğu kadar san’at meselelerine karşı ruhu alabildiğine açık bir fikir adamıdır. Onu okurken insan bir ideolojinin dar sınırları içinde boğulmaz; tabiatın, tarihin, san’atın, gerçek ve hayalin geniş ufuklunda nefes alır. Kafalara zorla çemberler geçirmek isteyenlere karşı en tesirli vasıta, işte bu neviden denemelerdir.” der.