Muzi̇p, Muhali̇f Ve Sürgün: Refi̇k Hali̇d Karay

Memleket Hikâyeleri, Gurbet Hikâyeleri, Sürgün, 2000 Yılın Sevgilisi, Nilgün, Bugünün Saraylısı, Bu Bizim Hayatımız, Yezidin Kızı, Yeraltında Dünya Var, Kadınlar Tekkesi, Kirpinin Dedikleri, Çete, İstanbul’un İç Yüzü, Deli, Minelbab İlelmihrab, Bir Ömür Boyunca gibi her biri Türk edebiyatının birer klasiği olmuş onlarca esere imza atan Refik Halid Karay, Maliye Nezareti başveznedarı Mehmet Halid Bey’le Nefise Ruhsar Hanım’ın oğlu olarak 15 Mart 1888’de Beylerbeyi’nde dünyaya gelmiştir. Zengin bir ailede doğduğu için oldukça rahat bir çocukluk dönemi geçiren yazar, ilköğrenimini Şemsül-Maarif Mektebi ile Taş Mektep’te tamamlar.

Galatasaray Lisesi’nde öğrenimine devam eden Refik Halid, bu okulda Ahmet Hâşim, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Abdülhak Şinasi Hisar’la tanışıp kaynaşır. Mekteb-i Sultani’deki öğreniminin ardından bir yandan Darülfünun Hukuk Mektebi’ne devam ederken bir yandan da Maliye Nezareti’nde memur olarak çalışmaya başlar. İkinci Meşrutiyet’in ilanının ardından eğitimini ve memuriyet hayatını yarıda bırakarak edebiyat ve matbuat hayatına atılır.

Ahmet Mithat Efendi’nin Tercüman-ı Ahval gazetesi ile Servet-i Fünûn mecmuasında yazdığı yazılarla edebiyat âlemine giren Refik Halid, dönemin pek çok genç edibiyle birlikte Fecr-i Âti topluluğuna dâhil olur. Dönemin ünlü mizah-hiciv dergileri Kalem ve Cem’de “Kirpi” müstearıyla yayımladığı yazılarıyla ünlenen yazar, bu yazılarını Kirpinin Dedikleri adıyla kitaplaştırmıştır.

Mahmut Şevket Paşa’ya düzenlenen suikastın ardından İttihat ve Terakki tarafından Sinop’a sürgün edilen Refik Halid, bu şehirde kendisi gibi sürgün olan Doktor Celal Paşa’nın kızı Nazıma Hanım’la nikâhlanır. İlerleyen yıllarda sürgünlüğü önce Çorum’a, ardından da Ankara’ya ve Bilecik’e nakledilen Refik Halid, bu dönemde Celal Sahir’in isteği üzerine Türk Yurdu dergisinde, ardından da Yeni Mecmua’da Memleket Hikâyeleri’ni yayımlamaya başlar. Bu hikâyeleri beğenen Ziya Gökalp’ın araya girmesiyle İstanbul’da kalmasına müsaade edilen Refik Halid, yazılarını Vakit, Tasvir-i Efkâr ve Zaman gazetelerinde yayımlamayı sürdürür.

Bir ara Robert Koleji’nde Türkçe öğretmenliği yapan yazar, 1922 yılında adıyla özdeşleşecek Aydede dergisini çıkarmaya başlar. Muhalif tutumu ve çeşitli yazıları nedeniyle 1922-1938 yılları arasında Lübnan ve Suriye’de ikinci sürgün dönemini yaşayan Refik Halid, bu yıllarda memleket hasretini dile getiren Gurbet Hikâyeleri’ni kaleme alır. 17 Temmuz 1938’de Atatürk’ün emriyle çıkarılan af kanunuyla sürgün hayatı biten yazar, İstanbul’a döner ve ilerleyen yıllarda kendisini tamamen edebî eserlerine adar.

Eserleriyle Türkçenin en güçlü kalemlerinden biri olan Refik Halid Karay, eskilerin tabiri ile “nev-i şahsına mahsus” bir şahsiyettir. Hakkı Süha Gezgin, Edebî Portreler’de Refik Halid’in portresini, yazarın bol “diken”li hiciv yazılarına da gönderme yapacak tarzda şu cümlelerle çizer:

“İnce bir gövde, renksiz bir yüz ve bu solgun yüzü köprü gibi ikiye bölen kemerli bir burun. Küçük, parlak; fakat namlı içi gibi karanlık, yine namlı içi gibi derinliğinde bir fişeğin nikel şimşeği çakan gözler. Acı sözleri hatırlatan biber renkli bir ağız. Konduğu yerlere kaşıntı veren ısırganlı bakışlar. Benim gördüğüm Refik Halid işte budur.”

Refik Halid Karay’ın Türk Prensesi Nilgün adlı romanı gazetede tefrika edilirken, bir hanım, yazara telefon ederek Nilgün’ün hangi parfümü kullandığını sorar. Romanın kahramanının hakikaten yaşadığına inanan hanımın bu sorusunu Refik Halid hoş karşılar ve bir dakika müsaade isteyerek gidip not defterine bakacağını bildirir. Hemen eşine koşar ve o devirde kullanılan bir parfüm adı sorar. Eşi de o an aklına gelen bir kokunun ismini söyler. Refik Halid tekrar ahizeyi eline alır ve bütün ciddiyetiyle, telefonda kendisini merakla bekleyen hanıma, Prenses Nilgün’ün Diyodorse parfümünü kullandığını söyler. Tabii, yazar bu kadarla kalmaz. O günden sonra tefrikasında Prenses Nilgün’e bu parfümü kullandırmaya başlatır.

Refik Halid’in şakacı ve muzip bir mizacı vardır. O, sürgün yıllarında gazetelerde hakkında çıkan “uydurma” haberlere muzipliğini de işin içine katarak cevap vermeyi tercih eder. Örneğin dönemin Cumhuriyet gazetesinde Refik Halid’in ağır hasta olduğuna dair bir haber yer alır. Bu yazıya çok içerleyen yazar, başta gazeteye ağır bir cevap vermeyi düşünür ama sonra vazgeçer. Öfkesini başka bir yolla çıkarmaya karar verir. Doktor arkadaşı Sadullah Sami’nin imzasıyla İstanbul’a Refik Halid’in menenjitten öldüğünü belirten bir telgraf yollar ve yaşanacak gelişmeleri gurbet ellerinde beklemeye koyulur. Bu haberden sonra dönemin gazetelerinde Refik Halid’i öven, onun Türk edebiyatına katkılarını vurgulayan yazılar art arda yayımlanmaya başlar. Yazar, Bir Ömür Boyunca adlı hatıratında bu olay neticesinde yaşadıklarını şu cümlelerle anlatıyor: