Geçmiş Zamanın Peşinde

Yürüyorum… Büyük bir şehirde yeni olmanın verdiği heyecanla kalabalığa karışıyorum. Kulaklarıma dolan araba sesleri bir müddet sonra kısılıyor. Etrafıma bakıyorum; sokaklar, caddeler, yollar gri, gökyüzünde gri bulutlar. Grinin kaç tonunu giymiş olabilir ki bir şehir? Kış vakti, ondandır bu koyuluk, diyorum kendi kendime… Meraklı gözlerle ilerlerken kaç cadde geçtim bilmiyorum ama bir sokağın köşesinden dönerken ifademi değiştiren o koku beliriyor. İçime nüfuz eden o koku… Buram buram leziz kokuyu içime çekerken tüm sindirim sistemim harekete geçiyor. Koku, sanayi tipi fırından gelen taze ekmeğin kokusu. Ev, yuva, emek, sıcaklık, tokluk, açlık sıra sıra damıtıyor kavramları, düşüyor zihnime hatıralar... Koku beni alıp bu gri sokaktan memleketime götürüyor saniyeler içinde…

- Kızım kalk, çabuk çabuk! Dolu işimiz var. Yeter yattığın.

Sabahın erken saatlerinde annemin tiz, telaşlı sesi gitgide sinirli bir hâle bürünürdü. Onun sesini duyup yataktan kalkmamak ne mümkün! Bu telaş, bu gayret, yapılacak ekmek için. Günler öncesinden bir teşkilatlanma olurdu mahallede, herkes sırayla birbirinin ekmeğini yapar ve birbirine yardım ederdi. Mahallede birine ekmek yapılacaksa herkesin bir görevi olurdu. Evin beyleri de bundan payına düşeni alırdı: Talaş gelecek, en kaliteli un gelecek, çalışanların karnı iyi doyacak… Tandıra günler öncesinden marangozdan alınan talaşlar getirilirdi. Çünkü ekmeğin pişmesi için talaş şarttır. Tüm kadınlar talaşta hemfikirdir; bir ağızdan, verilen emek boşa gitmesin, derler. E ne de olsa talaşta ekmek gevrek ve güzel pişer.

Güç bela açtığım gözlerim koca koca leğenleri görünce olayın ciddiyetiyle kendine geliyor. Elli kiloluk un çuvalları bizi yoğuracaksın, bileklerine dikkat et, dercesine duruyorlar karşımda. Sabahın o serin, sarsıcı havası ve baharın taze kokusuyla başlıyor ekmek serüvenimiz. Hamur yoğuruluyor ve yumaklar tutuluyor. Ekmekçiler tandıra gelmiş, ateş yakılmıştır. Yanan talaşın kokusu her yeri sarmıştır artık. Yufkalar açılırken sacın başında evracıyla duran teyze, haydi ateş kıvama geldi gönderin yufkaları, der ve tüm mahalleyi içine hapseden, iştah kabartan koku yayılır yavaş yavaş. Kokuyla uyanan çocuklar dizilir tandırın kapısına. Ekmeğini alan gider okuluna. O gün mahallede hiç kimse aç değildir. Ekmek sahibi ister tanısın ister tanımasın, tandırın yanından geçene, kapıda belirene verilir o ekmek. Ekmek sahibi hayıflanmaz biter diye, gelen de çekinmez vermezler diye, kokuyu alan gelir. Ekmeğin kokusu gibi saf ve sıcaktır insanlar, ilişkiler. Ekmek berekettir, ekmeğin kokusu ise berekete davettir bizim oralarda.

*“Sonra ansızın o hatıra karşımda beliriverdi. Bu tat Combray’da pazar sabahları Leonie halamın günaydın demeye odasına gittiğimde, çayına ya da ıhlamuruna batırıp bana verdiği bir parça madlenin tadıydı.”

Bu köşe, Marcel Proust’un Geçmiş Zamanın Peşinde adlı eserinden ilhamla hazırlanmıştır.