“islam’ın Mitolojisi Değil Müslümanların, Müslüman Kültürlerin Mitolojisi Vardır.” Gönül Yonar

Babaanneler evin en sakin ve huzur veren yerinde otururlar. Her şeye dair bir sözleri bir hikâyeleri vardır. Genellikle ilk sözü de son sözü de onlar söyler, lafı gediğine koyarlar. Atadır, anadır babaanne. Sözü ebediyete uzanır, atasözü olur. Geçmişin taşıyıcısı, geleceğin habercisi…

Gönül Yonar, mitleri, evimizin bir köşesinde oturup duran, bir devinim hâlinde hikâyeler üreten bu babaannelere benzetir ve şöyle der: “Mitler, kulak kabartırken duyduğumuz evin kadim hikâye anlatıcısının, babaannemizin sesidir.”

Şüphesiz, insanoğlunun mitlerle serüveni babaannelerimizle aramızdaki ilişki kadar düz ve doğrusal değildir. Bu ilgi çekici konunun devamını kendisinden dinleyelim.

Gönül Hanım, dikkatlerimizi kendi köklerimize yönelttiniz. Mitolojinin yalnızca Yunan ve Roma’ya ait olmadığını, insanlığın ortak hikâyesine dair harikulade ve zengin bir Doğu’nun tekrar keşfedilmeyi beklediğini gösterdiniz bize. O nedenle söyleşimize size teşekkür ederek ve bu alandaki çalışmalarınızın bereketlenmesini dileyerek başlıyorum. İsterseniz, önce “mit”in ne demek olduğunu ve neleri kapsadığını konuşalım.

Teşekkür ederim. Mitoloji dediğimiz zaman sadece Yunan’ın anlaşıldığına ilişkin yaygın bir kanı var. Alanın çalışanlarının da bildiği gibi Yunan mitolojisi, Fransız Aydınlanması’nın çok erken bir işareti olarak bütün Doğu toplumlarının tarih öncesine dair sözlü kültürünü görünmez kılmıştır. Daha sonra gelen Aydınlanma’nın bütün aparatları bunu destekledi ve tek kültürlü bir bakışın hâkim olacağı global bir mitik dünya inşa ettiler. Ama tabii Batı pozitivizmi bunu böyle inşa etti diye bizim de bunu böyle kabul etmemiz beklenemez.

Mit dediğimiz zaman öncelikle kimlerden ve hangi zamandan bahsedildiği önemli. Kimin, neyin, hangi zamanın belirtildiğini bilebilmemiz için böyle bir genel tanıma ihtiyaç duyuyoruz. Genel tanımda tarih öncesi, yazı öncesi insanlık tarihi ve o dönemin insanları var. Bu ayrıntıyı çok net afiş hâline getirmek bizi büyük bir karmaşadan kurtaracaktır. Burada şunu da belirtelim: Mit, tarih öncesi, yazı öncesi toplumlara ilişkin bilginin tümüdür dediğimiz zaman, bu toplulukların “ilkel” değil “ilk-el” olduğunu bilmemiz gerek.

Türk Edebiyatında Fantastiğin Kökenleri adlı kitabınızda şöyle bir cümleniz var: “Kaybettiğimiz bir boyut yüzünden, ilkel insan yaşamına dair olağanüstünün onlar açısından nasıl olağan şekilde algılandığı anlaşılamamaktır.” Kaybettiğimiz o boyutun ne olduğundan ve “olağanüstünün olağanlığı”ndan bahsedebilir miyiz biraz.

Bu sorunuz çok önemli. Zira geçmişte yaşamış ve bizim anladığımız anlamda herhangi bir iz bırakmamış insanların dünyasına dair bir yığın söylence ile karşı karşıyayız. Mitik dönemin insanları için her şey “olağan”ın kendisiydi. Fakat şimdi, elle tutulmayan gözle görülmeyen şeyleri bir yere koyduğumuz bir dolabımız var. Ben buna “olağanın atık dolabı” diyorum. Olağan, normal, genelgeçer dediğimiz olgu, kendisinin dışında konumlandırdığı şeyleri bu atık dolabına doldurmuş, üzerine de olağan-üstü/dışı etiketini yapıştırmış. Olağanın sınırlarında duran insanın bu dolabın önünde işi yok tabii. Ama kaybettiğimiz şey tam da bu dolabın içinde. Çünkü metafizik dediğimiz ya da soyut, elle tutulmayan, gözle görülmeyen tüm olgular “olağan”ın kabul etmediği ve bir yere “tıktığı” bilgi türü.

Doğa, insan, Tanrı üçgenindeki muazzam dengenin arkaik dönemlerde çok daha iyi korunduğunu ve gözetildiğini görüyoruz. İnsanın doğaya müdahalesi arttıkça Tanrısal alanla ilişkisi de aynı oranda yaralanıyor. Ve dengenin kaybı anlamına gelen bu dezenformasyon artarak devam ediyor. Bu durum nereye kadar gider sizce? Hikâyenin sonu geliyor mu?

Enteresan bir şekilde hikâyenin bir sonu olduğunu mitler bize söylüyor. Mutlaka bir son var, diyor bütün mitler. Ama temelde doğa-Tanrı-insan dengesi sarsılmış durumda. Bu dengenin bireysel olarak değil toplumlar ölçeğinde sarsıldığını söylemeliyiz. Bu üçlü dengenin yüzyıllar önce değişmeye başladığını söylemek gerekir. Günümüze ilişkin bir başlangıcı yok ama sürdürülmesi günümüzle, bizle ilişkili elbette.

Bazı hikâyeler var ki farklı zaman dilimlerinde bütün mitlerin, bütün uygarlıkların ya da dinlerin konusu olmuş. Belki de bunların en dikkat çekeni tufan hadisesi. İnsanlığın ortak bir hafızası mı söz konusu Gönül Hanım? Neler söylemek istersiniz bu konuda?