İnsanın korunaklı olduğu bahçeden kovuluşuyla başlıyor hikâye. İnsan içine düştüğü bir çatışmanın kaybedeni olarak yurdundan oluyor ve ölene kadar asıl yurduna özlem duyarak ve aslında olması gereken yerini arayarak geçiriyor tüm ömrünü. Hikâye de tam olarak burada başlıyor. İnsanı var eden ve aynı zamanda mahvına sebep olan hikâyesi insanı da evreni de varlığını da anlamlı kılıyor.
Âdem’e eşyanın hakikatinin öğretildiği bilgisi aslında bize bildirilen bilgiler içerisinde en önemli olanı. Çünkü daha önce yeryüzünde hiçbir canlıya böyle bir yeti verilmediğini meleklerin tepkisinden anlıyoruz. İnsan hikâye anlatabilen, şeylerin hikâyesine vâkıf olup onlar üzerinden kendisine bir anlam devşirebilen varlık olarak değer buluyor yeryüzünde. Sadece değer bulmuyor elbette, yeryüzünü zihnindeki hikâyeler yani hayaller çerçevesinde dönüştürüyor. Yeryüzüne şekil veriyor ve orayı iskân ediyor.
Hikâye anlatmak insanın en kadim uğraşı olarak karşımızda duruyor. Destanlar, mitler, masallar, şiirler ve daha nicesi insanın yaşadığı hayatı anlamlı kılmada ve onu yaşanabilir hâle getirmede insanın en büyük yoldaşı, sırdaşı ve hayat arkadaşı olarak ilk günden son güne onunla beraber yaşıyor, yaşayacak. Hikâye anlatmak, bir hikâye sahibi olmak o kadar önemli hâle geliyor ki bir süre sonra insan sadece anlatmıyor, hikâyesini kendi adıyla, imzasıyla yazıyor ve nesiller sonrasına duyuruyor. Çağlar öncesinde yaşayan isimler çağlar sonrasındaki torunlarına, sorunlar karşısında onlara yol gösterebilecek hikâyeler miras bırakıyor, acılarına merhem kelimeler armağan ediyor.
İçinde yaşadığımız zamanlarda her şeyin olduğu gibi hikâye anlatmanın da yöntemleri değişiyor, farklılaşıyor. Evin merkezinden çıkan anneanne/babaanne ve dedelerin yerini alan oyun konsolları yeni dönemin en önemli hikâye anlatıcısı olarak karşımızda duruyor. Eskiden bildiğimiz oynadığımız oyunlar dâhil olmak üzere, pek çok yeni nesil oyun, oyuncularına hikâyeler anlatmayı, onlara anlattığı hikâyelerle farklı bir deneyim sunmayı vadediyor. Video oyunlar artık oynanabilirlik/grafik ve sunduğu özelliklerin yanında anlattığı hikâyelerle değer buluyor, oyuncular başarısız hikâyeli oyunları oynamaktan vazgeçiyor.
Atarilerden başlayarak hayatımıza giren yarış oyunları, futbol ve basketbol simülasyonları da dâhil olmak üzere artık her oyunun bize anlattığı ya da bizim yönlendirdiğimiz bir hikâyesi var. Daha önce FIFA’nın Alex Hunter moduyla başlattığı futbol simülasyonuna hikâye ekleme çabası NBA2K 2020’nin Kariyer Modu’na oynanabilir ve tercih edilebilir seçeneklerle yönlendirilebilir hikâye özelliğiyle yeni bir aşamaya geçti. Daha önce temel amacımız rakibin attığından bir fazla gol/basket atarak maçı kazanmak üzerine kurgulu olan oyunlar neden hikâye anlatmaya başladı peki? Yukarıda anlattıklarımızın dışında, neden artık her köşe başından hikâye boca ediliyor başımıza. Her şeyin bir hikâyesi olması gerektiği ya da herkesin iyi bir hikâye anlatıcı olması bizlere neden bir zorunluluk olarak sunuluyor?
Günlük hayatımızda artık hemen hemen her şey dijitalleşiyor. Eskiden yanımızda defterler taşırken artık mobil not defterlere bir şeyler yazıyor, eskiden okumak için çantamıza kitap koyarken şimdi onun yerine sesli kitapları dinliyoruz, yeşilliklerde koşma hayallerimizi doğa simülasyonları içinde gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Hayatımızın merkezinden hissetmeyi, tecrübe etmeyi, dokunmayı ve yaralanmayı çıkartıp yerine pürüzsüz simülasyonları koyduk. İşte tam da bu yüzden hikâyeye hiç olmadığı kadar çok ihtiyaç duyuyoruz. Cole Nussbaumer Knaflic’in Storytelling With Data kitabının 235. sayfasında işaret ettiği ve aslında kitabı da yazma sebeplerinden biri olan şu durum, neden daha çok hikâye anlatma ihtiyacı hissettiğimizi çok güzel açıklıyor:
“Bir e-tablodaki veriler veya slayttaki gerçekler, bize doğal olarak bağlı olmayan, bizimle anlam kazanan şeyler değildir, kolayca unutulurlar. Öyküler ise unutulmaz. Hikâyenin gücünü etkili görsellerle eşleştirmek, izleyicimizin gördüklerine ek olarak duyduklarını veya okuduklarını hatırlayabilmeleri anlamına gelir.”
İçinde yaşadığımız zamanlar her şeyi şey’leştirmiş ve duygusuz birer meta hâline dönüştürmüş durumda. Hâl böyle olunca da hayat içindeki koşturmaca, rekabet ve yaşadığımız stresle birlikte kendi hikâyemizi tecrübe etme, kendi hikâyemizi yazma ya da anlatma cesaretine ve gücüne sahip değiliz bugün. Onun yerine etkileyici hikâyeleri anlatan araçlara sahip olmak istiyor yahut günlerimizi onlarla geçiriyoruz. Video oyunların bizim yerimize hikâye anlatmasını ve bize yaşatmasını, Youtuberların bizim yerimize bir şeyler tecrübe edip tecrübe ettiklerinin hikâyesini anlatıp bizim yerimize yaralanmalarını ve bunun neticesinde pahalı olabilecek bir bedele katlanmak yerine daha ucuz ve kısa süreli bedellere katlanarak zevklerimizi, beğenilerimizi ve beğenmediklerimizi belirlemeye başlıyoruz.