“sen ki Güzelliği Hep Yalınlarda Aradın”

SÜMEYYE ÖZGEN

Açar pişmanlıklarla nice çiçek

Gizemli ve hoş kokular saçarak,

Orada, o derin yalnızlıklarda.

C. Baudelair

Gökyüzünde açtığı kızıl yaralarla biten saltanatı ve sessiz bir dilde batışı güneşin. Kana bulanmış göğün derinliğinde zevkle boğulması bakışların. Akşamın inişi sonra. İçe işleyen gün bitimleri. Kızıldan karaya dönüşü ufkun. Göğün perdelerinin kapanışı. Gün batımı kızıllığının, üzerine düşen lambaların ışığıyla lekelenişi. Kokuların ve seslerin akşamın karanlığında hüzünlü bir vals gibi büyüleyici dönüşü. Kuşların ağaçlara tüneyişi, pervanelerin bir eve sığınmak ister gibi sahte ışıklara dönüşü, karıncaların sürüler hâlinde yuvalarına koşturuşu telaşla. Toprağın üzerinde bıraktığı ıslak izlerle ağır ağır ilerleyen bir salyangozun başını telaşsızca kabuğuna çekişi. Ansızın çöken karanlığa ve o tuhaf saatlerde evine koşturan her şeye inat durup, zamana ve mekâna meydan okur gibi sakince, hayatı boyunca sırtında taşıdığı kabuğuna sığınışı bir salyangozun, o destansı evine çekilişi. Sessizlik sonra. Yürek yakan yalnızlık. Ruhu kimsesiz bir ozanın, yapayalnız, billur kayalıklardan beyninin ve yüreğinin uçurumlarına cesurca eğilişi. Kalbinde daima savaşan karmaşık duygularla gecenin içinde belirişi bir ozanın. Ve bir çukur gibi derinleşen gecenin içinde zehirli bir çiçek gibi açılması ve ışıması zihnin. Orada, o derin yalnızlıklarda, gizemli ve hoş kokular saçarak açan yeryüzünün en yalnız çiçeği gibi. Gözleri uçuruma dalmaya korkmayanlar için ondan bahsedeceğim şimdi, yeryüzünün pişmanlıklarla açan en yalnız çiçeğinden; Charles Baudelaire’den.

Elem ve ıstırap şairi Baudelaire. İnsan acısının o büyük ressamı. Kahramanlarıyla, atmosferiyle, ifade biçimleriyle, renkleriyle bütün eserlerinden süzülen o dinmeyen, tuhaf, yoğun melankoli ve acı. Geride, derin ve yaslı bir ezgi gibi dönüp duran ama kasvetli bir ışığın yansımasıyla şiirlerinde parlayıveren acı. Salt acı değil manevi acı bu. Ve yüreğimizi kâğıt gibi buruşturan bu acı ona göre tek soyluluğumuzdur: “...şükürler olsun Tanrım, / Acıyı verdin bize, en iyi ilaç olan, / O acı ki en güzel cevherdir, inanırım,”1

Baudelaire. Kendi tabiriyle, tek bir pembe, kıvançlı ışığın sızmadığı, henüz keşfedilmemiş hüzün mağaralarındaki yoğun karanlıklarda resim yapmaya mahkûm edilen ressam. Çatlak bir ses, kutsal uyumları bozan. Hem yara hem bıçak, hem tokat hem yanak, hem cellat hem kurban; gülümsemeyi bilmeyen ama sonsuz gülüşü bekleyen terk edilmişlerden biri. Daha çocukken kalbimde birbirine karşı iki duygunun bulunduğunu fark ettim; yaşamaktan tiksinti, yaşamaya dair aşırı sevgi, diyen Baudelaire’in ruhu bütün zıtlıkların aynı anda uyuyup uyandığı bir beşiktir. Dışarıya karşı daima asi, cesur ve tutkulu ozan, en büyük mücadeleyi kendi kafatasının kubbesi altında, beyninin dar ve gizemli laboratuvarında meydana gelen zıtlıkların çatışmasında verir. Kötülük Çiçekleri onun ruhundaki zıtlıkların savaşının tam bir tablosu gibidir.

Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri, ana bulvarların lambalarla aydınlatıldığı, neon ışıklarının doğduğu, 19. yüzyıl Paris’inin ışıkları altında açar. Ekonomik alanda olduğu kadar sosyal ve toplumsal alanda da köklü değişiklikleri beraberinde getiren Sanayi Devrimi sonrası, yurtlarını terk ederek akın akın göç eden kalabalıkların oluşmasına öncülük ettiği, ortak yaşamın paylaşıldığı modern kentlerin, metropollerin belki de ilki olan Paris. Bu kalabalıkların evlerden sokaklara, gündüzden geceye doğru kaymaya başlayan hayatlarının modern kentlere kazandırdığı karmaşa ve kaos dolu kimliğin belki de ilk sahibi olan Paris. Ve bu ışık şehrinde materyalizmin sarhoşluğuyla şiirsellikten ve hislerden uzak hatta habersiz insanlar. Sadece yaşam mücadelesini sürdürebilme çabasının, hayata katlanıyor olmanın yol açtığı yorgunluk. Ruhların yılgınlık, bıkkınlık, çöküntü ve sıkıntı içinde içine düştüğü varoluşsal krizler ve kendine yabancılaşma. Yeni etiketiyle ortaya sürülen her şeyin aslında eskinin kötü bir tekrarı oluşu, yeninin iflası… Tam bir modern zaman cehennemi olan Paris… Bu cehennemin içine doğan, onu fark eden ve bu cehennemi aşmak isteyen Baudelaire’in çabasının ilk ürünüdür Kötülük Çiçekleri.