Sesler Çoğaldı

Nefret değmemiş bir el okşasa yorgun yüzümü. Sarılsa bana duru bir kalp. Gitme dese. Gitme uzaklara, gitmeden de sarılabilir yaralar. Öylece kalsam. Başak tutmuş buğdayların orta yerinde derin bir nefes alsam. Hani Âdem’in ilk nefesi, ilk anlamı, dünyaya ilk dokunduğu saflığa geri dönsem değişir mi bir şeyler?

Değişmez dediler.

Sordum! Sordum elbet. Sormadan düşer miydim gitmek yoluna?..

Gitmek nasıl bir nimettir bilseniz. Kaçmak demiyorum bakın, gitmek diyorum sessizce. Kendi ıssızlığına gitmek. Bu kaçmak değil ki. Şu buğday saplarına yapışmış ekin böcekleri sizce kendi ıssızlığı ile baş başa kalmak derdinde değiller mi? En iyisini insan bilir diyen yanıldı belki de. Yanılmasaydı acı çekerken gülümseyebilir miydi insan? Bunu sadece insan yapar kendine. Yalan söyler yani. Yalan olduğunu bile bile, el ile bir olup kanar kendi yalanına…

Ya şu toprak, ıssızlığın içindeki en ıssız değil mi? Bir bir içine saklar her şeyi. Olmamış ölüyü bile. Ölmeden öleni ya da… Kim bilir, toprak duyuyor belki. Kulakları var bize göre olmayan. Sizi bilmem de beni duyuyor toprak. Atalardan kalma tarlalar adam boyu mahsulü neden saklar, insanlar başıma basıp geçsinler diye mi?.. Öyle değil elbet. Öyle değil! Sırrı derin olan serin durur der büyükler, ıssızlığın ıssızına saklar kendini ve gel saklan der benim gibilere. Bir bakıma korkaktır benim gibiler. Ne böyle olmaz diyebilirler ne de tamam olmuş, böyle dursun diyebilirler. Öyle Araf’ta biter gider ömürleri. Arasat derdi ekâbir kısmı. Arasat’tayım ben. İki ara bir deredeyim desem yalan. İki ara çoktan gitti. Gidişini görmedim ben. Ara öldü. Ben öldürmedim. Ama hep öldürmüşüm gibi hissetmenin ağır yükü beni bu eşiğe getirdi. Arada kalacağım bir şey yok. Ama hep bir mesafe hep öteki hep buradaymış gibi yaşayan biri var içimde. Konuşan, benimle kavga eden. Sessizliğime, ıssızlığıma izin vermeyen. O hep yanımda. İçimde. Havsalamda. Büyütüp, yürütemediklerimde. Çizip, okuyamadıklarımda. Bir ekin sapında, bir hasat gürültüsünde, bir bebek ağlamasında ve ıssızlığa saklı dolu başaklarda. Onu duyuyorum. Onu bir ben duyuyorum ve sessizliğin içindeki bu ağrıtan ses beni öldürecek. Kaçsam, uzaklaşsam bile bana en yakın, en kıskanç, en ıraktır yalnızlığım. Garip olan, sesler yoğunlaştıkça diğerlerini az duyar oluşum kuşkulandırıyor yanı başımdakileri. Bir duvar olmamı bekliyorlar benden. Issız bir yalnızlığa saklı, eskimiş, tarihin acı sayfalarında adı yazılı, eski bir duvar. Öylesine, yanından yöresinden geçip gidecekler ama duvar duvarlığını bilecek ve kaldığı yerden ıssızlığına devam edecek. Bir duvar bunu yapabilir belki ama ben insan olduğumu anlamaya başladım zaman geçtikçe. Sessizliğim artıp içimdeki ses konuştukça oldu bu. Susturamıyorum onu. Bazen ben sesiyle işe karışıyor, bazen kendi, bazen bir süpürge, çay kaşığı ya da kapı sesiyle. Uzaklaşmak, ıraklaşmak, kendime varmak çözecek her şeyi ama yapamıyorum. Kaçmak, buralardan çekip gitmek düşüncesi uzun zamandır gönlümün en deli yerinde. Ama yapamadım. Sorumluluklar, sözler, geldiğim nokta engel oldu buna. Ya başında yok diyecektim ya susup katlanacağım, ama artık sesler çoğaldı. Ömür azaldı ve bir gün şu başakların ilk aslını düşündüm. Rüzgâra bağırlarını verirkenki mutlu hâllerini, mutlu hâllerimi, mutlu hâllerimizi.

Saklanırdık. Çocuktuk. Tarlaların evlere yakın olmayan diğer başından bir yol açarak birbirimize yürürdük. Kimse bilmezdi, yeşil başakların içinde kınalı bir yazgının burada kalacağını. Başaklara saklı sarı benekli uğur böcekleri olurdu. Minik avuçlarımıza alıp uğurlu geldiğini sanırdık… Uğurunu ekinlere bırakıp yalnızlığı, ıssızlığı, sessizliği seçtik büyüdükçe. Herkesin seçtiği gibi. Bazılarımız mertçe yaptı bunu. Ben yokum dedi kendince. Diyemedim ben. Dedim ya korkağım. Kendimden, sıradanlıktan, varım-yokum demekten korkan biri. Zaman nereye savurursa savursun hep bir ekin tarlası var içimde; koyu yeşilden gök mavisine dönen dolgun başaklar ve sesleri. Karıncalar, deli divane uçuşup duran serçeler, sapların yanı başına yuva kurup hasada yakın yumurta bırakan korkusuz bıldırcınlar. Evlerini taşımaktan usanmayan yaşlı kaplumbağalar ve ırmaktan çıkıveren, sessizliği çocuk çığlığına çeviren su yılanları. Korkmazdık yılanlardan. Yılanlardan korkmayan çocuklar mert olur derdi büyükler. Ah büyükler! Ah! Bilmem şimdi nerede o büyükler/büyüklükler?