Babam der ki hayat bir tesadüftür. Bir anlığına sadece bir olasılıkken bir sonraki an var olursun. Yol kenarında büyüyen bir ağaç gibi. Çünkü rüzgâr bir kere o yönde esmiştir.
F
ilistin’in Kalkilya şehrindeki hayvanat bahçesinde İsrail’in hava saldırısı sonucu ölen bir zürafanın haberini görmesiyle başlıyor, yönetmenin bu hikâyeyi anlatmaya karar vermesi. İlk uzun metrajlı filmini çeken yönetmenimiz başarılı bir şekilde kalkıyor bu işin altından. Filmde hayvanat bahçesinde veteriner olarak çalışan Yacine’in ve zürafalara özel ilgisi olan oğlu Ziad’ın hayat mücadelesine tanık oluyoruz. İsrail zulmü altındaki Batı Şeria’da bütün imkânsızlıklara rağmen inanmanın ve başarmanın hikâyesini izliyoruz.
Hayvanlarla bağı çok güçlü olan Ziad, her gün zürafaları besliyor, onlarla konuşuyor ve kendi hâlinde bahçeyle ilgileniyor. Bir gece saldırı sonucunda ölen erkek zürafa Browni, hem Ziad’ı hem de dişi zürafa Rita’yı büyük bir yasa boğuyor. Kayıp sonrası bir depresyon hâli yaşayan Ziad, tıpkı Rita gibi yemeyi içmeyi bırakıyor. Oğlunun ve dişi zürafanın bu hâline bir çözüm arayışında olan Yacine, İsrail’deki veteriner arkadaşını arayıp erkek bir zürafaya ihtiyaçları olduğunu yoksa hayvanat bahçesindeki kalan tek zürafanın da öleceğini söylüyor. İsrail tarafından örülen yüksek duvarlar ve askerlerin başında beklediği kontrol noktaları bu durumu her ne kadar zorlaştırsa da inanç bütün engelleri aşıyor. Baba, oğul ve onlara yardım etmeyi kabul eden Fransız gazeteci, muazzam bir iş birliğiyle dişi zürafayı hayatta tutmayı başarıyorlar. İsrail’den getirdikleri erkek zürafa Romeo, şehrin sokaklarından geçerek hayvanat bahçesine doğru yürüyor. Zürafanın çok güçlü bir metafor olarak kullanıldığı filmde âdeta bir başkaldırı ve direniş yürüyüşüne tanık oluyoruz. Hayvanat bahçesinin kapısında bekleyen İsrail askerlerinin telsizinden duyulan ses ise bu durumu açıklar nitelikte: “Vahşi bir hayvanın güvenliğimizi bozmasını istemeyiz.” Sonra silahlar çekiliyor ve zürafa hayvanat bahçesinin kapısından giriyor.
Seyir zevki oldukça yüksek filmimizde, İsrail işgaline rağmen Filistinlilerin gündelik hayatlarındaki eğlencelerine ve Filistin sinemasına özgü mizah anlayışlarına da şahit oluyoruz.
Bir aile filmi kategorisinde değerlendirebileceğimiz bu filmde, Ziad’ın akranları tarafından uğradığı zorbalıklar, büyüdükleri coğrafyanın çocukları ne kadar sert mizaçlı hâle getirdiğini de gözler önüne seriyor. Aslında filmde, hayatta kalmak için güçlü ve korkusuz olmanın gerekliliği vurgulanıyor.
Sinema bir anlatım aracı olarak diğer sanat dalları içerisinde çok özel bir yerde duruyor. Filistin direnişini, çocukların korkusuzluğu karşısında İsrail askerlerinin korkuyla silahlarına sarılmalarını muazzam bir görüntü yönetimiyle izliyoruz. Savaşla hiç alakası olmayan çocukların ve hayvanların, savaşın tam ortasında yaşadıkları olaylar bütün etkileyiciliğiyle seyirciyi sarsıyor. Savaş, çocuk merhametinin sardığı yaraları bıçak gibi kesiyor. Ziad zürafaları çok sevdiği için Allah’a bir söz veriyor ve dua ediyor. Onun dünyasından baktığımızda büyük bir direniş sergiliyor.
Kuşatma altındaki şehirde maddi zorlukların da ne ölçüde olduğunu görüyoruz. Temel ihtiyaçlara ulaşımın kısıtlı olması hayvanların beslenmesini de aynı oranda etkiliyor. Fransız gazeteci, neden ayılar farklı kafeslerde tutuluyor diye sorduğunda, ayılardan biri dişisini yediği için diyor, veteriner. Et bulamadıkları için sürekli havuçla beslenen hayvanlar bir süre sonra âdeta isyan ediyor örneğin. Rani Massalha, işgal altındaki bir şehirde bu filmi çekerken çok zorlandıklarını söylüyor. Tam da bu yüzden yaşananları, sinemasında tüm gerçekliğiyle yansıtıyor.
Bütün insanlar için bir Filistin hakikati karşımızda duruyor. Vatanlarından, evlerinden, evlatlarından koparılan ailelerin gördükleri zulümler hâlâ devam ediyor. Fakat zulmün karşısında hâlâ inançlı bir direniş de sürüyor. Bazen küçük bir hayvanat bahçesinde, bazen Mescid-i Aksa’yla Müslümanlar arasına örülen duvarların ötesinde. Bu direnişi yer yer farklı sanat dallarında izliyoruz. Sinema sanatının anlatım gücü, filmde izlediğimizde şahit olduklarımız, Filistin davasının bitmeyeceğini, aksine anlatıldıkça büyüyeceğini ve inandıkça kazanılacağını bizlere söylüyor. Filmin politik olmayan hikâye anlatımı, direnişi bir çocuğun hayata bakışı üzerinden ele alması ve hayvanlarla kurduğu bağı etkileyici bir şekilde yansıtması, yönetmenin ilk uzun metrajındaki başarısını da kanıtlıyor.