Üç Tavsiye

bir

İNSAN

Hz. Peygamber “Hâl, kal ile bilinmez!” diyor. Sen, “Nereden başlamalıyım?” dersen ben “Sen artık öğrenmeyi öğrendin, kalden geç, hâl edin!” derim. Hâl, Yunus’tan öğrenilir. Türkçenin inceliklerini, İslam’ın derinliklerini öğrenmek ve anlamak istiyorsan hiç şüphesiz Yunus’tan başlamalı, sindire sindire okumalısın. Hakk’ı bilen büyük gönüller, aynı zamanda irfan sahibi birer tecrübe, insanlığın kemalini tamamlamış birer ruhturlar. Sen, Yunus gibi kâmilleri okudukça bir evin duvarlarını örer gibi mana binasını örecek, içindeki boşlukların tamamlandığını göreceksin. “Sevelim, sevilelim” deyip sevmediklerini sevecek, onları sevmek gerektiğini; “İlim okumak manası Hakk’ı anlamak için” diyerek bilgilenmek gerektiğini anlayacaksın. Zihninin ve gönlünün genişlediğini görecek, dertlerine deva bulacaksın. Hasılı, nefsini terbiye eden Hak dostlarının sözlerinin şifa kaynağı olduğunu anlayacaksın.

bir

KİTAP

Ahmet Yüksel Özemre, Türkiye’nin atom fiziği sahasında doktora yapan ilk âlimiydi, bir kültür adamıydı. Fransa’da fizik mühendisliği okuyan bu büyük bilge, aslında bir “attar dükkânı” öğrencisiydi: Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı’nın… Bu dükkân sadece bitkilerden terkip edilen ilaçların satıldığı bir yer değil, “kendini arayan kişiler”in uğradığı bir sohbet, muhabbet, aşk, ilim ve sanat akademisiydi. Özemre, akil baliğ olduğu yaşlardan itibaren bu attar dükkânının müdavimlerindendi ve Sorbon mezuniyetinden değil de muhabbet erlerinin uğrak yeri olan bu beş-altı metrekarelik mekânın öğrencisi olduğundan Ahmet Yüksel Özemre olmuştu. İmdi iki gözümün nuru, Özemre’yi yetiştiren attar dükkânı senin yaşadığın köyde, kasabada, mahallede yok sanma! Dedem rahmetli “Kırk haneli bir köyde bir arif bulunur.” derdi. O arifi sen de arayıp bulacak dizinin dibine çökecek ve ondan yararlanacaksın. Yeter ki çevrene iyi bak?

bir

DEĞER

Köyümden çıktığımda yirmi beş yaşındaydım. Yaz tatillerini aksatmadan köyümde geçirdim. Önceleri anamdan, babamdan, çevremdeki eşimden dostumdan duyup bellediğim bilgiler, kabiliyetler taptaze duruyordu. Yaş otuz, kırk oldu derken ne nine dede ne anne baba kaldı. Zihnimdeki çiçeklerin, otların, meyvelerin, börtü böceğin, kuşların, koyunların hasılı yüzlerce seneden beri oluşup gelen bütün değerlerin isimleri ve resimleri kaybolmaya başladı. Unutmam sanıyordum, unutmuşum! Anam, manaya göçmeden kendisine, “Ana, bu sene mayısta tam doğanın yeşerdiğinde seninle köyümüze gidelim, her şeyi yeniden anlat, ben de kayda alayım.” dedim. Fakat ihmal ettim. Anam da büyükler de bir bir göçtü gitti. Geldiğim noktada elekle kalburun, tırpanla tırmığın farkını anlamayacak hâle geldim. Şimdi bana köyümdeki çiçek isimlerini kim anlatacak? Çocuğum, bendeniz ihmal ettim, n’olur sen ihmal etme.