Karanlık gittikçe daha ziyade koyulaşarak buraya doluyormuş gibi geliyor bana. Fakat benim içimi parlak bir ışık aydınlatıyor.
J. W. von Goethe
Yaşam, henüz olgunlaşamadan çürümüş meyvenin daldaki buruk hâli. Yaşam, dalda sallanan o çürük meyvenin içindeki çekirdekte kımıldayan hayat. Yaşam, sarsılmaz sandığımız dağları köklerinden söken, sarp kayaları parça parça savuran fırtına. Yaşam, ağaçların köklerinin damar damar tutunması toprağa. Yaşam, savrulan kayaların göğsünde taşlaşmış asırlık sabır. Yaşam, kışın nefesiyle buzlaşan, solan bir yeryüzü kütlesi. Yaşam, yazın tebessümüyle eriyen buz kütlelerinin ırmakları kabartması, yerin altından renk renk başını uzatan bir hayat cezbesi. Yaşam, yoğun bir sis gibi içimizi saran, gözümüzü bürüyen hüznün içinde cılız bir köz gibi harlanmayı bekleyen neşe. Yaşam, bizi sarıp sarmalayan neşenin içinde ansızın gelip gözlerimize ve yüreğimize oturuveren, hiç dolmayacağını anladığımız o tuhaf boşluk. Yaşam, henüz kanatlarını çırpmayı öğrendiğinde düşmenin ayırdına varmak. Yaşam bir çember, iç içe geçmiş karanlık ve aydınlık. Yaşam, karanlığın ve aydınlığın diyarında ahenkli bir öykü. Ve yaşam, biri dünyaya ihtirasla sarılan, diğeri ise tozun toprağın içinden iştiyakla kalkarak yücelere doğru yönelmek isteyen, daima çatışma hâlinde iki ruh taşımak içinde. Şimdi artık size, içinde, biri bu dünyaya diğeri öteki dünyaya ihtiraslı iki ruh taşıyan ve hayatındaki o yüce değeri içindeki bu iki ruhun çatışmasından alan bir ozandan bahsedeceğim. Başında, şairi onurlandıran defne çelengiyle asırlara seslenen J. W. von Goethe’den: “Evet, yalnızca bir gezgin, yeryüzünde bir yolcuyum ben! Ya sizler daha önemli şeylerle mi meşgulsünüz?”1
Frankfurt’ta bir evin ikinci katı. Kent surlarının üzerinden verimli, güzel bir ovanın göründüğü odanın penceresinin önü. Bu, Goethe’nin çocukluğunda hayatına açılan ilk pencere. Çocukları oynarken, insanları eğlenirken bu pencereden seyreder ilk. Yaz aylarında derslerine burada çalışır, fırtınaların dinmesini burada bekler, hayatı boyunca seyretmeye doyamadığı güneşin batışını bu pencerenin önünde izler. Büyürken, oturmaktan en çok hoşlandığı, hüzünlü duygularla dolup taştığı ilk yer burasıdır. Bu pencerenin ardından dışarıdaki hayatı seyretmekle birlikte daha çocuk yaşında gelen yalnızlık hissi derin bir hüzün duygusu uyandırır onda ve bu duygu, doğasındaki duyarlılıkla birleşerek hayatı boyunca kendini hissettirir. Ancak hayatının hiçbir döneminde somurtkan ve karamsar biri değildir, aksine sık sık “neşe içinde yaşayın” diyerek neşeye büyük bir kıymet verir.
Ruhunda birbirine geçmiş bu yoğun hüzün ve neşe onun hayatındaki diğer uç noktaların temsilidir aslında. Hem uçarı hem uysal, hem dışa dönük hem çekingen birisidir Goethe. Tutkuyla sevdiği kadınları bir anda terk edebilecek kadar bencil; “Her konuda özverili olmak, sevgide ve dostlukta çok özverili olmak benim en büyük arzum en önemli ilkem…”2 diyecek kadar fedakârdır. En çok zıtlıkların ve uçların çatışma hâlinde olduğu ruhlar kısır olmayan bir yoğunluk kazanır, pekişir ve karışık bir dengeye ulaşır çünkü; bu aslında onun da ifadesiyle “en derin bağların sadece zıtlıklar sonucu oluşması”dır. Onun bir insan olarak iradesini güçlendiren, sanatçı kişiliğini besleyen şey de tam olarak içindeki zıtlıkların çatışmasından doğan bu derinliktir. Tutkulu ruhu duygusal uçlar arasında titreyen bu deha, hayatı boyunca dış dünyada bulamadığı şeyler için kendi içine yönelir bu yüzden. Kendi içindeki sonsuz huzur ve sükûn ağacının gölgesinde dinlenir her fırsatta ve bu ağacın meyvelerini hayatı boyunca toplar: “Önemli bir eser ortaya koymanın yolunun dış dünya ile bağları koparmaktan geçtiğini çok iyi anladım. En beğenilen yapıtlarım yalnızlığın çocuğudur…”3
Yaşadığı hayatı bütün eserlerine ilmek ilmek işler Goethe. Onun ruhsal ve duygusal değişimleri, fikir sıçramaları, hayat labirenti, eserlerinden hareketle köşe bucak gezilebilir. Bu eserlerinin en önemlisi de 18 yaşında başlayıp ölümünden kısa bir süre önce bitirdiği, tamamlanması için neredeyse bütün hayatını verdiği Faust’tur. Goethe’nin tabiriyle “alışılmış bütün duyguları aşan çılgın bir yapıt”4 olan bu eser iki bölümden oluşur ve konusunu, ruhunu şeytana satan ünlü bir Alman büyücüsü olan Dr. Faust’un efsanesinden alır. Eserin başkişileri Faust ve Mephistopheles’tir. Mephistopheles bizi aşağıya çeken içgüdülerimizin, arzularımızın temsilidir; insanı baştan çıkarmaya çalışan şeytandır. “Gökyüzünden en güzel yıldızları, yeryüzünden de en yüksek zevklerin hepsini isteyen, bütün yakın ve uzak şeylerin onun coşkun gönlünü tatmin edemediği” Faust ise bütün insanların temsilidir. Faust hiçbir zaman mutluluğa erişemez, sürekli yeni amaçlara yönelir, bunun sebebi ise aslında hiçbir şeyle tatmin olmayışı ve içsel huzuru bulamayışıdır. Bu iki kahraman, Goethe’nin içinde hayatı boyunca bitmeyen başka bir çatışmayı, karanlığın ve ışığın çatışmasını temsil eder.
“Işık” Goethe’nin hayatındaki en önemli metaforlardandır. Eserlerinde ve günlük dilinde daima ışık kelimesinden ya da onun çağrıştırdığı anlam dünyasından bahseder. “Ümitle etrafımızda yeni bir ışık ararken…” der örneğin; “içimde yanan ışık” der; ona göre “renk, ışıkla karanlığın karşılaşmasından meydana gelir”; bir eseri eleştirdiğinde “karanlık, anlaşılmıyor” ifadesini, bir eseri yüceltmek istediğinde ise onun için “duru, aydınlık” ifadesini kullanır; şiir “aydın bir gözle aydınlığa bakmak”tır örneğin.
Işık ve karanlık metaforunun kökleri Goethe’nin içinde çok daha derinlerdedir. Bu, Faust’ta tüm şeffaflığıyla ortaya serilir. Eserin başkahramanlarından biri olan Mephistopheles, “ışıktan nefret eden” anlamına gelir. “Benim göğsümün içinde maalesef iki ruh yaşıyor ve bunların biri diğerinden ayrılmak istiyor: Biri kuvvetli bir sevginin ihtirası içinde, dünyaya kenet gibi yapışan uzuvlarla sarılıyor, diğeri ise toz toprak içinden şiddetle kalkınarak ulu ataların diyarına doğru yükseliyor.”5 diyerek kendini tanıtan Faust ise ruhunu şeytana satmasına ve bütün günahlarına rağmen Mephistopheles’in yani karanlığın karşısında aydınlık olanı ve iyiyi temsil eder. Çünkü bütün hatalarına rağmen onun içinde, çok derinlerde yanan bir ışık vardır. Bu ışık, “hatalar deryasında, suyun yüzüne çıkmak ümidini hâlâ besleyebilen bahtiyarlar”ın içindeki ışıktır; bu ışık “ulvi bir iştiyak içinde kıvranan ve şeytan tarafından hiçbir vakit kavranamayacak ruhlar”ın içindeki ışıktır; bu ışık “ruhumuzun en el değmemiş yerinde, bizden daha yüksek daha saf olan, o ölümsüz ve adsız evrenin gizini bilen bir bilinmeyenin özlemi” nin ışığıdır, bu ışık ilahi bir esindir.
Faust’un birinci bölümünde, “…orada ebediyen yanan küçük lambanın ışığı nasıl titrek bir alev hâlinde yükseliyor, gittikçe kuvvetini kaybeden bu ışığın kenarları nasıl kararıyor ve karanlıklar etrafını sarıyor! İşte benim kalbimin içerisi de böyle karanlık.”6 diyerek kimi zaman kaybettiğini zanneder o ışığı Faust. Eser boyunca karanlık ışığa galip geliyor hissine kapılırız, ama Faust’un ikinci bölümünde eserin sonuna yaklaşırken, yani Goethe de hayatının sonuna yaklaşırken, “Karanlık gittikçe daha ziyade koyulaşarak buraya doluyormuş gibi geliyor bana. Fakat benim içimi parlak bir ışık aydınlatıyor.”7 der Faust. Çünkü ne yapmış olursa olsun ruhunun bir yerlerinde, yaptıklarından ötürü vicdan azabı duymuş ve sonucu niyetlendiği gibi olmasa da fedakârlık duygusunu kaybetmemiştir. Bu yüzden Mephistopheles tam olarak Faust’un günahkâr bir ruh ve cehennemlik bir kul olarak öldüğünü ve kazandığını zannettiği anda melekler gelir ve “Daima canla başla uğraşanı, biz kurtarırız.”8 diyerek Faust’un ruhunu yücelere kaldırır. Bu, Faust’un ilk bölümünde yani başında geçen, Tanrı’nın vaadinin eserin sonunda gerçekleşmesidir: “O bana şimdi ancak karmakarışık şekilde bile hizmet etse gene ben onu yakında aydınlığa sevk edeceğim. Bir fidan yeşillenirse, gelecek senelerin onu çiçek ve meyvelerle süsleyeceğini bahçıvan pekâlâ bilir.”9
Neredeyse öldüğü ana kadar üzerinde çalıştığı Faust, Goethe’nin hayatı boyunca edindiği duygusal, zihinsel tecrübelerini ve inanç birikimini işlediği, farklı okumalara açık kült eseridir. Faust birçok açıdan okunabilir ama bunların en önemlisi Goethe’nin ifade ettiği gibi “bir insanın daha iyiyi isteye isteye, sonunda yanlış hareketlerden kurtulmayı başarması” imasıdır. Hayat insan için çoğunlukla yenilgilerden ibarettir ama bu aynı zamanda onun yolunu aydınlatan şeydir, çünkü Goethe’ye göre “insan son nefesine kadar çırak olmaktan kurtulamaz, önemli olan sağa sola sapmadan, doğru yolda yürüyebilmektir”, çünkü “her şey eylemdedir, zaferin değeri yoktur”; Sezai Karakoç’un dediği gibi: “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır.” Faust’un bağışlanması işte bu düşüncede saklıdır.
İnsan, hakkında yorum yapılamayacak, tenkit edilemeyecek, henüz tamamlanmamış bir sanat eseridir hayatı boyunca. Ve hayatı boyunca bir çırak olarak kalacak insana Tanrı’nın lütfu, içindeki o ışık sayesinde erişir. Ayağını kaydırsa bile içindeki o ışığı kaybetmeyen insanların karşısında asla kazanamayacaktır şeytan, çünkü unuttuğu şey, insanın bütün düşmelerine ve yoldan çıkmalarına rağmen “onu bağışlama” lütfunun Tanrı’nın elinde bulunmasıdır.
Hayatı boyunca başının üstünde yıldızlardan başka bir şey olmayan ve dünya yolları üzerinde atını neşeyle koşturan, “önemli bir yaşamın çiçeklerini toplamayı bildiği için özenli bir sanat bahçıvanı olarak görülen” bu dahi ozan, “ölümün tunçtan kapısını da soğukkanlı, sakin bir şekilde çalar” ve çocukluğunda, pencerenin önünden dışarıyı seyrederek başladığı hayatı, ölümüne dakikalar kala odasındaki pencereden dışarıyı seyrederek şu cümlelerle biter: Öteki pencereyi de açın, biraz daha ışık girsin.
1 J. W. von Goethe, Genç Werther’in Acıları, Çev. Mahmure Kahraman, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., İstanbul: 2022, s. 75.
2 J. W. von Goethe, Yaşamımdan Şiir ve Hakikat, Çev. Mahmure Kahraman, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., İstanbul: 2021, s. 656.
3 J. W. von Goethe, a.g.e., s. 670.
4 Salâh Birsel, Goethe: Işık.. Biraz Daha Işık, Broy Yayınları, İstanbul: 1992, s.90.
5 J. W. von Goethe, Faust I, Çev. Recai Bilgin, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul: 1992, s. 55.
6 J. W. von Goethe, a.g.e., s. 194.
7 J. W. von Goethe, Faust II, Çev. Recai Bilgin, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul: 2001, s. 314.
8 J. W. von Goethe, a.g.e., s. 331.
9 J. W. von Goethe, Faust I, Çev. Recai Bilgin, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul: 1992, s. 21.