Vahşi Bir Özgürlük Şarkısı; Kurt

Kurtlar niye güzel? Bu soru hep aklımda. Karadaki en vahşi yırtıcılar arasında gösterilen kurtların; cesur, asaletli, müdanasız hâlleriyle insanoğlunda uyandırdığı o cazibeli hayranlığın yaslandığı bir anlam var. Uzakta, özgür, asil ve güçlü. Ait olduğu yaşam alanında her şeye meydan okurcasına, tek başınalığı ve zincirsizliği temsil eden bir ideal gibi parlıyor kurt imgesi. Yabana çağırıyor kurtlar bizi. Bir şarkının tam ortasına. Tutsak edilmemişlerin otağına. O zaman yeniden; kurtlar niye güzel? Korku ve saygı; ilk bakıştaki puslu havada görünen bunlar. Onları tanımlarken en çok kullanılan iki kelime de doğal olarak; vahşi ve gizemli. Sürüler hâlinde dolaştıkları yalçın dağlarda, tabiatın acımasız koşullarına karşı tutkulu pençeleriyle hayat bulan kurtlar, birlikte hareket etmenin, savaşçı olmanın ve düşmanı tanımanın doğal simgeleridir. Tek tek ve sürü hâlinde, dünya kurtların evidir. Yağmur ormanlarıyla kızgın çöller dışındaki her iklim ve coğrafyada izlerine rastlayabilirsiniz, izlerine ve iz sürüşlerine. Ayak izlerine, bir görünüp bir kayboluşlarına. Nefeslerine, seslerine, gölgelerine. Evet kurt sizi izler, siz kurdu göremezsiniz.

Besin zincirinin en üstünde yer alan doğanın zeki avcıları kurtlar, pusudaki her avcı gibi avları için çağırdıkları ölümün gerçekliğiyle yaşarlar. Sınandıkları kanundur. Tabiatın ve kurtların kanunu. Kurtlar yaşamayı arzular, ancak ölmekten korkmazlar. Asla pes etmezler, unutmazlar ve alacakları her intikam için mutlaka geri dönerler. Şikâr olmazlar hiçbir zaman, şikâyet etmezler; doğal avcıları, düşmanları yoktur. Kimse ilişmez onlara. Pençelerinin ve dişlerinin arasında kendi hakikatlerini saklarlar. Geceleri bir çift yıldız gibi parlayan büyülü gözlerinde duran, yabanın çağrısıdır. Ay ışığı altında tehditkâr bir serenat yaparak, dünyanın en ürpertici ve en güzel şarkısını söyler gibi uluyacaklardır. Kurt uluması; işaret, tehdit, çağrı, haberleşme, terapi, uyarı, güç gösterisi ve arınma gibi anlamları ruhunda taşıyarak yankılanır dağların ardında. Ritimli, uyumlu, vahşi bir melodidir bu. Ay ışığında emzirir kurtlar ürkütücü seslerini. Bazı Uzak Doğu mitleri, geceyi özleyen kurtların Ay’ın karanlık yüzüne doğru uluduklarını anlatır. Kim bilir, belki öyledir, ama kurtlar en çok bize, insanın vahşi karanlığına seslenir. Gece yarısı şarkıları çınlar kurtların boğazında.

Kurdun Soyu, Türk’ün Harbi

Doğada görünen baskın/kudretli varlığıyla kurt, ona uzaktan saygıyla bakan insanoğlunun sanatsal üretimlerine, karakterine atfedilen olumlu/övülen özellikleriyle konu edilmiştir. Söz gelimi Fransız romantik şiirinin temsilcilerinden Alfred de Vigny’nin “La Mort du loup/ Kurdun Ölümü” adlı ikonik şiirinde kurt metaforuyla kurulan geniş estetik anlam, nihayetinde halk hikâyelerinden, tarihî anlatılardan ve şairin ait olduğu uygarlığın mitlerinden damıtılarak bir edebî düzleme taşınmıştır. Hikâye edilen şiirin bu metafor üzerinden, yani kurdun sadık, asil, güçlü olarak kodlandığı binlerce yıllık bir mitolojik zeminden yükselerek, felsefi bir derinliğe ulaştığını söyleyebiliriz. Vigny, şiirinde, eşini ve iki yavrusunu acımasız avcılardan korumak için cesurca savaşan bir baba kurdun asaletle/sessizce ölümü tercih etmesini ve dişi kurdun baba kurdu bırakarak içi kan ağlasa da yavrularıyla birlikte dağlara doğru yol alışını anlatır. Baba kurdun son bakışı, dişi kurdun anaçlığı/fedakârlığı kalır geriye.

Yahya Kemal, 1921 yılında bu şiirden mülhem yazdığı “Kurdun Dişisi Ve Yavruları” başlıklı çok ses getiren yazısında, Türk İstiklal Savaşı’nın derin anlamlarına doğru cesur adımlar atacaktır:

“Şâir Vigny, bu maceradan sonra başını tüfeğinin namlusuna dayıyor, dişi kurtla yavrularının peşinden koşmağa karar veremiyor ve diyor ki: Eğer bu iki yavru olmasaydı o güzel ve kederli dul, erkeğini bu büyük imtihan karşısında yalnız bırakmazdı! Lâkin bir vazifesi vardı. O iki yavruyu dağlara kaçırmak, onlara orada açlığa tahammül etmeği ve şehirlerde bir lokma ekmeğe ve bir yatacak yere mukaabil insanın önünde av avlayan zelîl hayvanların insanla akdettiği ittifaknameye hiçbir zaman dâhil olmamayı öğretmekti.