Kaskosuz Dünya

Paramparça olmuş hayatın hikâyesi

ancak ufak tefek parçalar hâlinde anlatılabilir.

Rilke

Yaşadığımız dünyaya yeterince lanetler edildi. İşleyen düzenin aksamasına, çağın bir başka kıyafet giyinmesine, tavırlarında gözle görülür değişikliğe ve insanlığın aşınmasına hayıflanmalar fazlasıyla işitildi. Zamanla koca gövdeli dünyamızın istikametinde tedirgin edici sapmalar yaşanıyor, modern türbülansların sayısı artıyor ve toplumsal kırılganlığımız katlanarak devam ediyor. Hiç şüphemiz yok. Kapılar kapandığında bütün insanlığın parmakları araya sıkışacak. Biliyoruz. Fakat odaklanmamız gereken noktalar artık bunlar değil. Fokus noktasında başka bir mesele bekliyor bizi. Başka bir soru.

Geldiğimiz noktadan geriye bakınca bazı şeyler gayet berrak: Yaşamak, yalnızca sahneye çıktığımız ve vakti gelince çekildiğimiz süreci kapsamıyor artık. Doğuyor, kodlanıyor, maruz kalıyor ve burun kıvırarak ölüyoruz. İçimizden bazıları evrensel bahçemize layık görülmedikleri için kırpılıyor. Ya da ortadan kaldırılıyor. Modern bahçemizde farklı renklere pek de tahammül yok. Var olunacaksa, bir şey için var olunacağına dair kati hükümler geçerli. Bir şeyle -inanç bile olsa- var olmak yok. Her şey daha iyi bir dünya için.

Böylesi vaatler ve bunların getirdiği yeni yaşam biçimleri etraflıca eleştirildi. Hemen her alanda tartaklandı. Bugün tüm insanlık bir araca bindirilip belli bir istikamette ilerliyoruz. Anlatılanlara kalırsa geride bıraktığımız mesafelerin toplamından daha büyük bir durak bekliyor bizi. Daha refah, daha makul. Riskin eridiği, sıfır noktasında felahın olduğu bir durak. Ütopik, fakat bilimsel kanunlara kalırsa epeyce yakınlarda bir durak. Matah bir şey gibi anlatılan, aksini iddia edenlerin alaşağı edildiği duraklardan herhangi bir yer. Şimdilik adı postmodernizm. Sonra ne olur bilinmez. Fakat vadedilenle yaşanılanlar arasında belirgin bir makas var. Aleni bir fark, gözle görülür bir çelişki var. Riskin eridiğine dair bırakın bir serinlemenin olmasını, aksine, giderek uzmanlaşması zor olan yeni riskler peyda oluyor. Gözle görülmeyen tanecikler sınırları aşıyor, devasa orduları ayakta uyutup heybetli ulus-devletlerin arasında insanları kırıp geçiriyor. Laboratuvarlarda üretilen parlak fikirlerin bu yeni riskler karşısında öngörülerden öteye giden bir adımı yok. Risklerin uzmanı, dolayısıyla üzerimize su serpeni de yok. Ellerimizi başımızın üstünde birleştirip bir an önce geçmesini diliyoruz. Bir de düzenli dozlarla birkaç musibet aşısı...

Risklerin, yeni risklerin mahareti bunlarla sınırlı değil. Dünyanın farklı topraklarında mevzilenmiş liderlerin, rakiplerini un ufak edebilecek silahları iştahla depolanıyor. Patronlar çıldırdı. Bildiklerimiz bir yana, bilmediğimiz nice kitle imha silahı dünyanın herhangi bir yerinde vaktini bekliyor. Galaksinin ortasında, devasa bir mayın tarlasında yaşayıp gidiyoruz. Gelecek nesiller için hakkaniyetli bir mirasımız daha var artık: “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme. Tanı!”

Önceki duraklarda insanlar için günün sonunda sığınacak birer mağara vardı. İnananlar için bağışlanma, inanmayanlar için arınma. Dünü, günü, yarını kapsayan böylesi bir sistemin yerini artık “şimdi” aldı. Şimdi varız. Şu an. Dolayısıyla herhangi bir şeyle arınmak da yok bir şey eliyle affedilmek de. Yeryüzünün kapıları gökyüzüne kapanmanın telaşında. Hesaplanamaz günahların yerini hesaplanabilir suçlar aldı. Bir de yaklaşan yeni türbülanslara karşı sıkı sıkıya tutunmak. Burası da önemli. Sıkıca tutunmak, modern vasıtamızda herhangi bir yere sarılmak demek. Çünkü emniyet de yok kemeri de. Onun yerine diplomalar, sertifikalar, başarı belgeleri ve toplumsal kodlar var. Savrulmak istemeyenler herhangi birisine, mümkünse hepsine tutunmak zorundalar. Tutunamayan, ıskalayan, anonsları kaçıranlar başarısız, öteki ve atık sayılır. Üstelik durumun tek sorumluları da kendileridir. Okullar, sınavlar ve yüksek perdeli ödülleri layıkıyla geçenler makul bir tarafa devriliyor; geriye kalanlar, kusuru kendilerinde aramaya, en yakın kliniklere veya birkaç miligram ağrı kesicilere koşuyor.

Son olarak ilişkileri gözden geçirmek gerek. Meşhur vasıtamızda anonslar yükseliyor. Reklamlar, ekranlar ve muhtelif iletişim ağlarından tenhalık telkin ediliyor. Sürünün tehdit ve korku saldığına dair yığınla gerekçemiz var. Bu yüzden her fırsatı yalnızlığa çevirmeye gayret ediyoruz. Yolculuk mu var, kulaklığımızı takıyoruz. Aynı asansörün kapısından ikinci bir kişinin girmesi can sıkıcı geliyor, sokakta tanıdık bir yüzle karşılaşmak zaman kaybı olarak algılanıyor. Çağımızın bir sporu daha var: “Şey, orası dolu.”

Paltomuz, çanta, kulaklık ve diğer dostlarımız var. Orası dolu.