“dile Sarılmak, Bencil, Hasis, Açgözlü ve Münafık Eylemlerin Dünyayı Tanımlaması, Parsellemesi Karşısında Bir Geri Çekilmedir; Daha Doğrusu İzzetli Bir Direniştir.” Mehmet Narlı

Havasından mıdır suyundan mı bilinmez, Maraş hep güzel insanlar çıkarır içinden. Güzel ve yaralı insanlar! Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören… Ve tabii ki geleneği devam ettiren Mehmet Narlı.

Chul Han Güzeli Kurtarmak’ta “Yaralanma olmadan ne sanat ne şiir vardır.” der. “Acı ve yaralanma yoksa aynı, alışıldık olan devam eder.” Biz de alışılmışın dışına çıkan şair Mehmet Narlı’nın “ömürlük yara”sına dokunmak istedik bu ay. Kibre karşı tevazunun, isyana karşı duanın, hoyratlığa karşı nezaketin kapısını çaldık.

“Dil” şiirinizden mülhem soruyorum Mehmet Bey: Niçin bütün yenilmişler dile sarılır? İncinmişler, kırılmışlar, susmuşlar, çirkinler, aldananlar, görülmeyenler… Nedendir kelimelerin en tenha yerlere konması? Çölde uyanmaya mı benzer bu gerçekten?

Dile sarılmak, bencil, hasis, açgözlü ve münafık eylemlerin dünyayı tanımlaması, parsellemesi, dünyadakilere akıl hocalığı yapması karşısında bir geri çekilmedir; daha doğrusu izzetli bir direniştir. Bu direniş yenilgi ve yalnızlık olarak görülebilir ama dile sarılana, çölde uyuyana yani insan onurunu, adaleti, mazlumluğu kendi sükûnetinde, kendi derinliğinde duaya ve teslimiyete dönüştürene “yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır”. O yengi, bütün susmuşların, dile kapananların, kırılmışların, incinmişlerin, maruz kalmışların bir ömür içinde oluşmasını bekledikleri cümledir ve bunu mutlaka söyleyeceklerdir.

İnsan doğduğunda mesafeyi ilk annesinden uzak kalarak tadar. Ve bu mesafeler büyüdükçe katlanarak çoğalır. Şiirlerinizde mesafeye meydan okuma, hep “bir olma” isteği var. Düğme ile ilik, çivi ile çekiç arasındaki mesafe bile çekilmez geliyor size. Mesela şöyle bir mısranız var: “sen bana sen diyorsun ben de bana sen diyorum”. “Açık yara”yla imlediğiniz mesafenin ve bu bir olma özleminin metafizik bir boyutu olabilir mi?

Evet, mesafe açık yaradır; bir ömür devam eder; mesafe kapandığında yara da kapanır. İnsan bütünlükten, mesafesizlikten koptuğu için yani dünyada olduğu için ömürlük yarasına da kavuşmuş oldu. O hâlde dünya asıl yurdun sılasıdır; anne, çocuğun; çivi, çekicin; ilik, düğmenin; ölüm, hayatın; sevilen, sevenin; adalet, haksızlığın; güzel, çirkinin; tevekkül, isyanın; kısaca iyilik, kötülüğün sılasıdır. Dünyada bu mesafeleri katlanabilir kılanlar, sılaya yakın dururlar; mesafeleri büyütenler ise sılalarını unuturlar. Adaletin yani hakkın aslı, mesafenin ortadan kalkmasıdır.

Şiir bir incinme size göre. Tanrı’ya niyaz edilen bir incinmişlik bu! Mesela “sana havalemdir şu kanı kurumuş dünya” diyorsunuz

ya da “usta ve yenik olmaktansa /acemi bırak tanrım”. Şiirinizi tek kelimeyle ifade etmem gerekirse duadır derim, efil efil yelin, çisil çisil yağmurun sahibine edilen mırıl mırıl bir dua… Katılır mısınız?

Evet, şiir bir dua değilse nedir? Şiir elbette bilincin ürettiği bir imajın dilde yuva kurması daha doğrusu dille biçimlenmesidir. Öyleyse bilincin sağlığı, açıklığı veya hastalığı ve karanlığı şiire de sirayet edecektir. Sağlıklı ve açık olanın meyli, arzusu, aşkı bütünlüğe doğrudur; hastalık ve karanlık ya kendini söyleyecek ya da isyan edecektir. Öyleyse şiir dua da olabilir ayartma da olabilir. Ama her iki durumda da örtüktür. Yazının örtünmesi duanın gizliliğini de içerir ayartmanın gizliliğini de. Hatta her ikisini de kapsayabilir. Ama her durumda şiiri söyleyen kişi dilin acı suyunu içer. Bu onun kaderidir. Bazen dile mahkûm olduğu için içer bazen şiir muhataplarına kıyamadığı için içer. Ayartma, insanı unutuşun başladığı yerdir. Dünyaya gelmek bir incinme ise şiir de öyledir ama incinenin duası makbuldür derler.

Şiirlerinizde Tanrı’dan sonra dikkat çeken ikinci varlık belki de anne. “Senden öğrendiğim en büyük

aşk / en çok annelerin tanrıyı anladığıdır.” Bu dizelerdeki anneden ya da annenizden biraz bahseder misiniz?

Anne, yaratmanın ve sınırsız merhametin insanda nasıl görüldüğünün delilidir. Dünyalık varlığın ilk ve son yuvasıdır. Bana öyle geliyor ki insanoğlunun adaleti, iyiliği, fedakârlığı idrak etmesinde annenin kurucu bir etkisi vardır. Annenin sütünden, sesinden, davranışından sızan her şey insanoğlunun akli ve zihnî yapısını belirleyen bir gene dönüşür. Anne imgesi aynı zamanda insanın yalnızlıkla, yorgunlukla, kimsesizlikle, kırılmışlıkla, aidiyetsizlikle, yardıma muhtaçlıkla savrulmasını, içine kapanmasını engelleyebilecek bütün varlıkların, oluşların, yönelişlerin imgesi olan “yurt”tur.

Umberto Eco “Yazar esinine kapılarak yazdığını söylüyorsa yalan söyler.” der ve Lamartine’den örnek verir. Lamartine meşhur bir şiiri için onun fırtınalı bir gecede, bir ormanda bir çırpıda doğduğunu yazar. Ancak öldüğü zaman şiirin üstünde düzeltmeler ve değişiklikler olan müsveddesini bulurlar. Böylece o şiirin tüm Fransız yazınının belki de en çok üstünde çalışılmış şiiri olduğu ortaya çıkar. Esin ve çalışmak konusunda şair Mehmet Narlı, Eco’ya hak verir mi? Siz şiirlerinizi nasıl yazıyorsunuz?