Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, Gulyabani, Şık, Mürebbiye, Şıpsevdi, Cadı gibi romanlarla edebiyat tarihimize damgasını vuran Hüseyin Rahmi Gürpınar, Plevne Savaşı’nda görev alan Mehmet Sait Paşa ile Ayşe Sıdıka Hanım’ın oğlu olarak 1864 yılında İstanbul’da dünyaya gelir. Henüz üç yaşındayken annesi vefat eden Hüseyin Rahmi, bir süre babasının görev yaptığı Girit’te kalmış, orada okula başlamıştır.
Altı yaşına geldiğinde babasının başka bir hanımla evlenmesi üzerine İstanbul’a dönen yazar, anneannesinin ve teyzesinin Aksaray’da bulunan konağında yaşamaya başlar. Bu konakta kadınlar arasında büyüyen yazar, onlardan nakış işlemeyi, dantel örmeyi ve yemek yapmayı öğrenir. Konağa gelip giden kadınlardan dinlediği masallar ve hikâyeler, küçük Hüseyin Rahmi’nin hayal dünyasını şekillendirir. Denilebilir ki yazarın romanlarında kadın dünyasını çok iyi anlatması, büyüdüğü konaktaki bu gözlemlerinin, burada dinlediği ve öğrendiği şeylerin bir yansımasıdır.
Yakupağa Mahalle Mektebi’nde eğitimine devam eden Hüseyin Rahmi, Mahmudiye Rüştiyesi’nde ve o dönemde devlet dairelerine kâtip yetiştiren Mahrec-i Aklam’da okumuş; hocası Ahmet Şeref Efendi’nin yönlendirmesiyle Mülkiye Mektebi’ne devam etmiştir. Ne var ki ikinci sınıfta öğrenciyken ağzından kan gelmesi, Hüseyin Rahmi’nin ailesinde büyük bir paniğe yol açar, zira yazarın annesi veremden ölmüştür. Bu olay neticesinde yazar, ailesinin de zorlamasıyla Mülkiye’deki öğrenimini yarım bırakmak zorunda kalır. Bir yıl süren tedavinin ardından iyileşir, fakat bu hadise yazarın hayatında kalıcı ve derin bir iz bırakır: Hüseyin Rahmi’nin vereme tutulma korkusu, ölünceye dek peşini bırakmaz. Mikrop kapıp hastalanmaktan son derece korkan yazar, sokağa eldiven takmadan çıkmaz, eldivensiz hiçbir şeye dokunmaz. Öyle ki vefat ettiğinde eşyaları arasında bir bohça dolusu eldiven bırakmıştır.
Temizlik hususunda son derece hassas olan Hüseyin Rahmi, kapı tokmağı ve para gibi şeylere dokununca derhâl elini yıkar. Tokalaşmaktan ve elini öptürmekten nefret eder, sokağa kolonyasız adım atmaz. Gürpınar, düzenliliğe de son derece önem veren bir kişidir. Yeğeni Safder Hanım, kendisiyle yapılan bir söyleşide dayısının kâğıt paraların düzensiz bir şekilde bükülüp cebe konulmasına çok kızdığını belirtir.
Hüseyin Rahmi, kısa süre kâtip ve aza mülazımı olarak memuriyet hayatına atılmış; İkinci Meşrutiyet’in ilanının ardından resmî görevlerinden ayrılarak kendini tamamen yazı hayatına adamıştır. 1912 yılında Heybeliada’ya taşınan yazar, burada yaptırdığı köşkte ölünceye dek yengesi Aliye Hanım, yeğeni Safder Hanım, çocukluk arkadaşı Miralay Hüsnü Bey ve kedileriyle birlikte yaşamıştır.
Hüseyin Rahmi, küçük yaşlarda edebiyatla uğraşmaya başlamıştır. On iki yaşındayken yazdığı bir romanı ve piyesi Aksaray yangınında kaybolan yazar, Ceride-i Havadis gazetesinde yayımladığı “Bir Genç Kızın Avaze-i Şikâyeti” adlı hikâyesiyle edebiyat ve matbuat hayatına adım atar. “İstanbul’da Bir Frenk” hikâyesinin yayımlanmasının ardından Beşir Fuat, “Bu çocukta esprit-comique (komik zekâ) var, dikkat edin!” sözleriyle Hüseyin Rahmi’ye dikkat çeken ilk isimlerden biri olur.
Hüseyin Rahmi’nin edebiyat hayatına asıl girişi, Ahmet Mithat Efendi’nin çıkardığı Tercüman-ı Hakikat gazetesi sayesinde olur. Yazar, daha sonra Şık adıyla yayımlanacak Âyine adlı romanının ilk bölümünü, biraz da çekinerek Ahmet Mithat Efendi’ye gönderir. Bir süre sonra Tercüman-ı Hakikat’te şu ilan çıkar: “Matbaamıza gönderilen Âyine unvanlı hikâye elhak [gerçekten] takdire şayan [değer] görülmekle muharriri Hüseyin Rahmi Beyefendi’nin lütfen idarehanemize teşrifleri rica olunur.” Ne var ki büyük bir sevinçle soluğu Kırkambar Matbaası’nda alan yazar, Efendi Baba’nın sözleri karşısında büyük bir hayal kırıklığı yaşayacaktır. Zira Ahmet Mithat Efendi, o dönemde yirmili yaşlarının başında olan yazarın bu romanı yazabileceğine inanmamış ve “Oğlum, senin ağzın süt kokuyor. Bu roman usta işi… Senin ne kalemin ne selîkan [güzel söz söyleme ve yazma kabiliyeti], ne tecrüben ve ne de görgün henüz bunu yazmaya müsait olamaz. Hakikat böyle… Sen böyle bir işe özenebilirsin fakat bu işi başaramazsın. Sana yardım eden var. Baban mı, ağabeyin mi, arkadaşın mı?” diye sormuştur. Bu sözler neticesinde çok üzülen Hüseyin Rahmi, kendini tutamayarak ağlamaya başlar. Neticede Ahmet Mithat Efendi, romanı Hüseyin Rahmi’nin yazdığına ikna olur ve “Ağlama… İnandım. Ancak böyle güzel başlayan eserlerin bazen sonu başlangıcına uymuyor. Bitir getir, basalım.” der. Yazar, ilerleyen dönemde romanını bitirir ve Âyine Tercüman-ı Hakikat’te tefrika edilmeye başlar. Tefrikanın bitmesinin ardından romanı kitap olarak da basan Ahmet Mithat Efendi, kaleme aldığı ön sözde Hüseyin Rahmi’den “manevi oğlum” diye bahsetmiş ve romana o dönem için hayli yüksek bir telif olan 15 altın ödeyerek yazarı cesaretlendirmiştir. Hüseyin Rahmi’yi evladı gibi gören Ahmet Mithat Efendi, ilerleyen dönemde onu kızıyla evlendirmek ister, fakat o evlenmek istemediğinden bu teklifi nazikçe reddeder. Ömrü boyunca hiç evlenmeyen yazar, bu tercihinin sebebini ise şu cümlelerle açıklar: “Yattığım odada başka bir nefes istemem, sinirlenirim, bunun içindir ki misafirlikte de kalamam. Efendim, muharrirlerden kim evlendiyse artık yazamaz olmuştur.”
Hayat Mecmuası’nda yayımlanan bir yazıda ise Hüseyin Rahmi’nin başka bir ilginç özelliği şu cümlelerle vurgulanmıştır: “Hamarat bir ev kadını kadar mutfak ve ev işinden anlardı. Hatta ahbaplarından bir hanımın ‘Hüseyin Rahmi’nin reçellerini, Hüseyin Rahmi’nin romanları kadar severim!’ dediği meşhurdur. Üstat son derece nefis reçel kaynatırdı. Bazen ahbaplarına kavanoz kavanoz gönderdiği mürdüm eriği reçelinin nefasetidir [nefisliğidir] ki, Hüseyin Rahmi’nin reçellerini, Hüseyin Rahmi’nin romanları kadar dostları arasında meşhur etmişti. Gene aynı Hüseyin Rahmi, yaptığı bir salataya çok defa bir hikâye kadar itina gösterirdi. Ve hikâyeleri kadar güzel salatalar yapardı.”
Onun başka bir hususiyeti bisiklete olan tutkusudur. Hikmet Feridun Es, Tanımadığımız Meşhurlar’da onun bu özelliğini şu cümlelerle açıklar:
“Hüseyin Rahmi’nin elli yaşından sonra senelerce bisiklete binip pek uzun mesafeler gittiğini hangimiz biliriz? Kendisi hemen yarım asır bisiklete binmiştir. Türkiye’nin en hararetli bisiklet tiryakilerinden biridir. Yeğeni bunun hakkında: ‘70 yaşına kadar bisiklete biniyordu ve bu yaşa kadar bisikleti evde, kapının yanında dururdu. Bu yaştan sonra bisikleti bıraktı. Onu, bu sporu çok seven, parasız bir gence birkaç sene evvel hediye etti. Hem bisikletiyle nasıl dolaşıyordu bilir misiniz? Mesela Kadiköy’den Bostancı’ya kadar bütün Heybeliada’nın tam turu… Daha böyle insanı hayrete götürecek mesafeler…”
Hüseyin Rahmi aynı zamanda kedisever bir muharrirdir. Mikrop korkusu nedeniyle insanlardan kaçmasına rağmen kedilere çok düşkün olan yazar, ömrü boyunca Heybeliada’daki köşkünde onlarca kedi beslemiştir. Hüseyin Rahmi, kedilerine öylesine düşkündür ki ölümünden birkaç dakika önce etrafındakilere son vasiyeti “Kedilerimi iyi doyurunuz!” olmuştur.
1936-1943 yılları arasında TBMM’de Kütahya milletvekili olarak görev yapan Hüseyin Rahmi Gürpınar, 8 Mart 1944 tarihinde Heybeliada’daki köşkünde vefat etmiş, Abbas Paşa Mezarlığı’na defnedilmiştir.