O sabah, tepelerin arasındaki meyve bahçesi insanın içini üşütüyordu. Buzsu bir dantel örtüye bürünmüştü sanki, sert rüzgârlardan perişan ve yorgun, hüzünlü gülümseyişlerin öncüsü o dondurucu havayla sararmış geniş kıyılarda, doruktaki dallarıyla elma ağaçları kıpır kıpır açılıyor, kapanıyordu; görünümleri ayırt etme arzusu sarmıştı yüreğimi.
Alışılmadık yansımalar, parıltılar, sessiz ışık kamaşmaları ve tarifi imkânsız yumuşaklıktaki sesler nasıl umut dolu bir yankı bırakıyordu. Gerçi üşümüştüm, derinden derine iç dünyayı ve dış dünyayı harlandıran yıkıcı güç iş başındaydı ama yine de umut doluydu her şey.
Ovuşturup ellerimi boyuna, çiğ düşmüş otların üstüne basa basa yürüdüm, çarçabuk kıyıya vardım.
Geçen köylüler var ötede, vadiyi ikiye bölen toprak yolu arabalarla kaplamışlar. Genciyle yaşlısıyla, başlarını yukarı çevirmeden ve şaşmadan nasıl da sade bir doğallıkla hayatı karşılıyor her biri.
Türlü kuşlar heyecanlı sesleriyle ötüyor. Gökyüzü, çehresiz ölümün fısıltılarına kulak asmaksızın sabahın soğuğunun içinden dopdolu ve tertemiz akıyor; onu azaltmaksızın, kendini ona açmaksızın yüce zamandan kopup gelmiş uçsuz bir nilüfer gibi berrak, onu kıskıvrak sarıyor ve işte her şey, bir rüyadaymış gibi yeniden canlanmakta.
Buzsu soğuk uzaklaşıveriyor, tatlı hava dalgacığı sarıyor vadiyi.
Harika bir çağıltı: Huzur, tırmanıyor patikalarına unutulmaz günün.
Kimi yerde yaşam açıkça arzın üstünde akan kuru ve görüntüsüz denizle göğün kaynaşmasındandır. Öyle ki hiçbir şey bu manzaradan daha temiz, yoğun, dönüştürücü ve dingin değildir. Sular soğuktur, arıdır; taşlı derinliklerde küçük, pullu balıklar görülür. Karşımda göze görünen alan seğirir, alçalır, genişler. O yankılarla dolu gümüşi bahçenin, en vahşi ışık ağaçlarının kokusu dalga dalga kubbelenir. Sıcak yaz sabahları havada görülmedik pembelikte buğular uçuşur; kavranılamazüstü ilkel bir soluğun kızıla döndürdüğü güller, yükseklerden düşen, kanayan ve serpilen ruhsal bir çağlayana döner. -O, bu üzgün saf gül, karanlık sahillerin derinliklerinden gün ışığına akan sessiz, asude bir çeşmedir.- Her yaprağın ardından bakan alev alev göz şekillenip serin, kırılgan dokulara bölünür. Işığa dönüşmek üzere topraktan fışkırmış, goncalarında ve derinlerdeki dilsiz fırtınalarında onu anmış bu güller sıcak gözyaşlarının esrarından yapılmıştır. Cıvıltılı ya da cıvıltısız, iki dünyanın; toprak ve ışığın söyleşisini duyurur ürpertiyle. Öyle korkunç bir ürperiştir ki bu, korkar, dokunamaz insan. Görüsü çok, çok dolaysızcadır. Bir imkânsız görüdür ki uğurlu mu uğursuz mu söylenemez hiç. Ama bir an gelir, güllü toprağın yumuşacık nefesi uyarır bütün doğayı ve sizi. Konuşur canlı ve gülümseyen ağaçlar, rüya yapraklarla yüklü. İşte kırın çiçekli soluğunda yürümek sevgi ve güçtür. Ötelerden içeriye, içeriden ötelere dalgalanıp duran sonsuzluğa, ana kucağına yuvarlanmadır.
Ve bu bahçede solunum çeşitlenmedir; yaprak uçları suyun içinde yüzen söğüt ağacıdır, kaynayan bir göl ve donmuş bir kırlangıçtır da.
Toprağın özümlediği uzak ışınlar arasında milyarlarca saydam doğayı biçimlendiren ışığın, o değişmez altın evrenin köpüklendiği görülür; yani her şeydeki bütün çıplaklığa rağmen herhangi gücün yerini bulmasında garip bir örtülü oluş vardır. Gök, belirsiz incelikte eğriler çizerek dört bir yana çarpar, nüfuz eder, donuklaşır; olağanüstü aydınlık bahçede ak ötesi bir ışık kımıltısının titreşimi seçilir yalnızca.
Gökyüzü iyice aralanıyor artık,
güz güneşinin sarı ışıkları
dolduruyor yeri,
bayırlara yayılmış, kıvrımlarla
kesişen meyve bahçelerini ve canım kır evini.
İnsanlar iniyor bayırdan aşağı, hoş devinimli yaprak denizinin saldığı, göz kamaştırıcı, kırmızı buharla şekillenmiş, çalkanan, gerileyen, çınlayan mavilikte, tanımsız doluluk hâlinde halka halka renk alevleriyle, son defa dirilmiş yeşil düzlükten usulca geçiyor sandıklar, merdivenler, arabalar ve sağrılar. -Hasat.-
İşte birkaç çocuk yürüyor elmaların arasında, yamaç boyunca kuzeyde. Orda meyve özleriyle yıkanmış bir avuç sevimli koyun, olup bitenin tuhaf dolaysızlığında geziniyor iterek birbirini.
Bir an devriliyor gıcırtılı, çengellerinden asılmış paslı kovalar. Allaşıyor yer. Pazen entarileriyle papatya öbeğini andıran birkaç kız çocuğu vızıldıyor, beşik gibi sallıyor onları ince dallar.
Bir yerlerinde yamacın melek iniyor sekiler ve ağaçlar boyunca. Sütle kanlanmış gibi ağarıyor ağaçların kara ve kahverengi gövdeleri. Değişikliğe uğruyor tüm görünüş ve yuvarlanıyor, devriliyor koyaklara körpe güneşler.
Sen derininde bu vadinin, mevsimlerin içinde, yöremde yaşıyorsun, evet, bu güz bahçesine tabiatı harika dişlerle parçalayan iki körpe güneşin taneciklerinden yayılmaktasın.