Tabiat Eczanesinin Ferahlık Meyvesi; Limon

Ne zaman çarşıda, pazarda ya da bir sokağın başında tahta kasaların içinde bekleyen o sapsarı limonları görsem, bir mübadele türküsü doluyor kulaklarıma. Yaşadığım ülkeden sürgün edilmedim, evimden hiç kovulmadım, göç edilmeye zorlanmadım. Bu kedere aynı duygularla ortak olmam mümkün değil belki. Ama bir ağacın sarı meyvelerine dalarak kurulan o efkârlı düşleri uzaktan da olsa tanıyorum. İnsanın neden kalbinin tam ortasına bir ağaç dikmek isteyebileceğini anlıyorum; “Benim Giritli Limon ağacım / Seni nerelere dikeyim, dikeyim, dikeyim / Seni kalbime dikeyim.’’ Girit mübadillerinin sürgün hatıralarına, yeni geldikleri evlerinin bahçelerine diktikleri limon ağaçlarıyla bağlanmaları, memleket ateşini de harlayan bir şey. Limon ağacı dikme geleneği, Ada’yı, bu kültürün simgesi olan limon ağaçlarını düşleyerek özleyenlerin yaktığı uzak ağıtlarıdır aslında. Sarı ağıtlar. Girit kültürünün limonla özdeşleşmiş mutfağı buna sebep. Özlem durmadan büyüyor. İzmir’deki bahçelerden, limon çiçeği kokusunu içlerine çekerek yürüdükleri Girit sokaklarına uzanan bu kederli köprüde ikamet ediyor zaten mübadiller. Memleket çok uzaktadır. İnsan kalbine diktiği bir ağacın altında oturup, doyasıya, ruhunu sarsa sarsa ağlamak ister bazen.

Girit’in limonlu yollarından geçip İtalya’nın Amalfi kıyılarındaki taş merdivenlerle çıkılan dik teraslarda yetiştirilen limon ağaçlarının manzarasına uzanıyorum, kara duvaklı bu iri sarı meyveler, bölgenin kültür tarihini de içinde saklayan bir anlama sahip. İskorbüt hastalığından mustarip denizcilerin, sefere çıkmadan evvel bu bahçeleri C Vitamini depolamak için kullandıkları yaygın rivayetler arasında. Denizciler limandan aylarca kalacakları tuzlu evlerine doğru uğurlanıyor. Ağızlarını yarıp dişlerini söken o meşum hastalığa şifa olması için kasalarca limonun yüklendiği bu gemilere el sallayan umutlu insanları görüyorum sahile baktığımda. Limon ağaçları dikip şifa ve umut arayan insanlar. Artık iskorbüt yok. Ama limon Amalfi’nin simgesi ve can damarı olmayı sürdürüyor. Sabun, dondurma, parfüm, içecek, hediyelik eşya ve aklınıza gelecek ne varsa her şey gereğinden fazla limonlu burada. Girit ile Amalfi arasında bir hikâyeye eşlik ediyorum. Amalfi’de gün batıyor, limon bahçeleri parlıyor, o türkü yine kulağıma doluyor.

Doğal Şifanın Güzelliği Hakkında

İsrail ile Batı Şeria arasındaki sınır bölgesinde babasından miras kalan limon bahçesinde yaşayan Filistinli Selma’nın, ulusal güvenliği tehdit gerekçesiyle ata mirası ağaçlarını yok etmek isteyen İsrail Devleti’yle mücadelesini anlatan Era Riklis’in Limon Ağacı filminde, direnişin ruhuyla simgeleştirilen limon ağaçları aslında insanlığı, iradeyi, yaşamı ve var olmayı temsil ediyorlar. Bu mecazın filmde limon ağaçları üzerinden verilmesi birçok açıdan anlamlı/tarihe yaslanan güçlü bir tercih.

Nihayetinde limon hep bizimleydi. Eski dünyanın kadim meyvesi, ana vatanı Uzak Doğu’ya yakın. Hem şifa hem lezzet. Sofraya ve ecza dolabına ait. İkisini de yadırgamıyor. Tabiat eczanesinin sarı kraliçesi. Ekşi portakal, bıçak körelten, çilekten daha şekerli mesela ama küçücük fıçıcık içi dolu turşucuk olan da o. Evin ruhunu değiştiren bir ağaç aynı zamanda, yapraklarını elleyince kalp yumuşatan bir ferahlık yayılıyor sanki parmak uçlarına. İnsan çok geç kalmadan bir limon ağacıyla birlikte yaşamayı öğrenmeli. Yıl boyu çiçek açar, mis kokulu bir bahar, baktıkça içiniz açılır, güneş gibi parlar, sarı meyveleriyle sizi şifanın yollarına ulaştırır.

Limon hayatın tam ortasında insanla birlikte yaşayan, sıradanlaştırdığımız doğal bir güzellik. Öyledir; bayılana limon, biber gazına, briyantin niyetine saçlara, ahşap temizliğine, parlaklık için cilde, kokuyu gidermesi için pencere kenarına, tütsü gibi hafiften yakmaya, baş ağrısına, soğuk algınlığına, çaya, salataya, sodaya, çorbaya, balığa, keke, sabahları ılık suya ve zeytinyağlıya. Limon; tuzun kardeşi, sirkenin yoldaşı, mutfağın gizli jokeri. Suyu şifa, çekirdeği devadır ve kabuğu nane ile limonataya yâren. İlimon yanaktan öpmeden bahar olmaz, yâr gelmez.

Altın narenciye mahlaslı limonun, ferahlık veren sarı kabuklarından başlayıp, ağzımı kamaştıran o keskin tadına varıyorum. Bembeyaz çiçeklerinden, kışın bile dökülmeyen yapraklarından ve etrafa yaydığı güzel kokulardan tanıyorum onu. Bir mucizeyi anlatıyor varlığı. İskandinav efsanelerinde ölümsüzlüğün altın elma’sıdır mesela, Zeus ile Hera’nın düğününde uzun-sağlıklı hayatın simgesi ve Türk mutfağının kırmızı çizgisidir. Hayat limonla tadını bulur. Yüzümüzü ekşitse de her seferinde ruhumuzu teskin eder.

Amalfi’de gün batıyor, limon bahçeleri parlıyor ve o mübadele türküsü geliyor yine kulağıma.