“her Nefes Alışta Bile Ölmeyi Göze Alamıyorsak Niye Söylüyor Niye Yazıyoruz Ki?”

Hüseyin Atlansoy

Bir şeyler oluyor, bir şeyler. Ağır ağır. Sessiz. Gürültüsüz. Kimseler fark etmeden. Ağır bir uykuda tohum. Varlık, bir çekirdeğin çıtırdayıp açılması kabuğundan; gürültüsüz, sakin, ağır. Susuyorlar. Susmayı öğrenebilmiş her şey kadimdir. Rüzgârın, yüzünü ağır ağır törpülediği o taş. Toprağın göğsünü damla damla kabartan yağmur. Kartalların kıyısına yuva kurduğu dipsiz uçurum, uğultulu orman, kaynayan deniz, savrulan çöl, genişleyen gökyüzü. Avuçlarımızın karmaşık çizgileri ve yüzümüzde uzayan yollar. Bir mağaranın kovuğuna gizlenip ağlamak; avunduğumuz, hiç eskimeyen o kadim dil. Başlamak daima yeniden ve daima bitirmek. Bir çemberin yolun sonunda birbiriyle buluşan iki ucu gibi, kendini tamamlamaya doğru. Yeryüzünde devinen diğer her şey gibi gürültüsüz, sakin ve ağır. Ki yol, başladığı yerde biter ve her şarkı biter başladığı sessizlikte.

“Kâinat satır aralarındadır.” der birisi, öyledir. Gücümüz var mı onunla konuşmaya? Bize kalbimizi hatırlatan o gürültüsüz, sessiz ve ağır işleyişe. Başlamanın ve bitmenin birbirini tamamlaya doğru kıvrılan çemberinin bir çark gibi işleyen o ağır sesini dinlemeye, o en kadim sese kulak vermeye, cesaretimiz var mı? Benim var. Öyleyse artık bunu bir veda sayabilirim. Burada bitirebilir ve buradan yeniden başlayabilirim.

Öyleyse bu yıla ve söyleşi yolculuğuma Hüseyin Atlansoy’un şiiriyle veda edelim:

Haydi… Allah’a ısmarladık,

Kalbinize bir kez olsun bakın sizin mi diye?

Belki ilk şiirinizden son şiirinize kadar hayatınız boyunca taşıdığınız bir imge var: Kartal. Onu yineleyerek, yenileyerek ve keşifler yaparak diri tutuyorsunuz daima. “Kanımdan damarlarımdan sinir uçlarımdan havalanan kartal”, “ ki kartal son süzülüşüyle / Gökyüzünü değil kendini tamamlar”, Ölür! Ancak hiçbir kartal takla atmaz / Ne yalnız ne ahali karşısında”, kartalın gölgelenen gözleri… Şair, kartal mıdır? Yahut bir şairi bir kartala benzer kılan şeylere dair neler söylersiniz?

Şair şairdir. Kartal kartaldır, kaplansa kaplan. İlk şiirlerimden itibaren bugüne kadar şiirlerimde kartalların, kaplanların, aslanların, balinaların seyran eyledikleri doğrudur. Bu yönelişim sanırım yerde, gökte, denizde insana yücelik hissi veren canlılara özel bir ilgi duymama ilişkindir. Kartalın ise kendini kayalıklara vurarak yenilemesi ve yinelemesi vardır ki müthiştir.

Uçmak, bir şair için bütün eksikliklerine rağmen cüret ettiği olağanüstü bir hâl olduğu kadar sınır ve sınırsızlık bağlamında tehlikeli bir hâle de dönüşebilir mi? Şair kanat açtığı mavi göğün sonsuzluğunda kendine bir sınır belirleyebilir mi ya da belirlemeli midir?

Yaratılan evren içinde gerek sayısal düzlemde gerekse evren açısından sonsuzluk mümkün değil. El Kindi bu durumu uzun uzun açıklıyor. Gökyüzünüzü kaybederseniz tehlikeli bir durum ve hâlden bahsedilebilir. Uçmak için ise zaten kanatlarınızı unutmanız zorunludur.

Bukowski bir kitabında “Şiir yazmanın insanı uçurumun kenarına sürükleyen bir yanı var.” der. Sizin de buna benzer bir tabiriniz var: “İçimde titreşirken anlam denizim / Boynumda levha asılıdır: şair! / Uçurumdaki ejder” Peki, şair neden uçurumun kenarındadır? Oraya nasıl sürüklenir?

Sürüklenme demeyelim de tercih etme diyelim. Diğer yerler ve hâllerin çok ama çok sıkıcı olması bu durumun ilk nedenidir belki. Dünyanın sınırlılığı ve geçiciliği sanırım uçurumun kıyısında darasız ve net hissedilir. Hem havadardır. Gökyüzüyle hemhâl olmanızı sağlar.

Kızılderililik, zencilik, esmerlik. Bu üç kavram şiirlerinizde en çok rastlanan imgeler. Biz her çağda Kızılderili, biz her yerde hep yerdeyiz, diyorsunuz. Mesele sonuna kadar zenci kalabilmekte, aynı yerdeyim milim değişmem, diyorsunuz. Bu imgelerin çağrıştırdığı sosyolojik anlama dair neler söylersiniz?

Kızılderililik, zencilik, esmerlik bir imge bir sembol olarak kırk yıldır benimle birlikte. Ezilenlerin, mağdurların, inanmışların ortak ismi benim için. Fanon’un deyişi ile siyah derilerin üstüne beyaz maske takanlardan olmamak için zenci kalmayı seçmek önemli ve değerlidir.

Ölüyorum her şiir bitiminde, diyen Hüseyin Atlansoy için şiir nedir? Bir şairi yeniden, yeniden ve yeniden ölebilmeye iten o güç nedir?

Nefesi. Nefes biliyorsunuz ciğerinizin büzüşme ve genişlemesi ile süren bir eylem. Her nefes alışta bile ölmeyi göze alamıyorsak niye söylüyor niye yazıyoruz ki?

Modernliği bir problem olarak algılayan, modern çağa ve bu çağın içinde telaşla koşturan “nisan ayının yağmur bilmez merkezüssü insanı”na yani metropol insanına yönelik ironik ve çarpıcı tespitler var şiirlerinizde. Her şeyin kursu verilmeli günümüzde / Daktilo satranç bilgisayar hatta ölümün bile, diyorsunuz bir yerde örneğin. Kendini hız, haz ve korku ile semirten modern dünyanın saldırılarına karşı Hüseyin Atlansoy’un geçmişten bugüne sabiteleri nelerdir?

Sabitelerimiz ve değişkenlerimiz var. Zaman hızla değişiyor hız, haz ve korkuya ayarlı zamanın işleyişine karşı hem içinde yaşadığımız vücut mekânımız hem de imanımız değişmiyor. Sözümüzde durmamız, kalmamız ve yürümemiz bizi diri ve canlı kılıyor denilebilir.