Müslümanların Üstünlüğü Meselesi ve Dinin İnsana Vadettikleri

Bugün maalesef İslam coğrafyasında kan ve gözyaşı dinmiyor. Hâlbuki Kur’an müminler için “… İnanıyorsanız üstünsünüz.” (Âl-i İmrân, 3/139) demektedir. Bu ayetle mevcut durumu nasıl bağdaştırabiliriz?

Bazı ayetleri anlamanın en doğru yöntemi o ayeti iniş sebebiyle birlikte düşünmektir. Bu ayet de onlardan birisidir. Uhud Savaşı’nda İslam ordusunun yetmiş şehit vermesi ve müşriklerin şehitlere yaptıkları eziyetler Müslümanları üzüntüye boğmuştu. Bunun üzerine yüce Allah “Gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin; eğer inanmışsanız şüphesiz en üstün olan sizsiniz.” (Âl-i İmrân, 3/139) buyurarak müminleri teselli etmiş ve onların ümitlerini tazelemiştir.

Nitekim Hz. Peygamber savaşın sebep olduğu olumsuz atmosferi kısa sürede dağıtan girişimlerde bulunmuştur. İlk olarak Uhud şehitlerinin şehre defnedilmesine izin vermemiş ve onların savaş yerinde defnedilmelerini emretmiştir. Yakınları tarafından şehre defnedilmek üzere götürülen bazı cenazelerin Uhud’a geri getirilmesini ve şehit edildikleri yerde gömülmesini istemiştir. Bunun hikmetlerinden birisinin psikolojik olduğu kanaatindeyiz. Zira şehit yakını savaşta kaybettiği akrabasını evinin civarına defnetseydi üzüntüsü bitmeyecek, öz güveni zayıflayacak ve belki de Mekkelilere hep kin besleyecekti. Dahası Medine’deki Yahudilerin psikolojik şiddetine maruz kalabilirlerdi. Hâlbuki savaşın kötü izleri silinmeli ve Müslümanlar hızlıca ayağa kalkmalıydı. Ayrıca Mekkeliler arasında ileride İslam’ı kabul edecekler olabilirdi. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a.s.), Uhud şehitlerini savaş meydanında açtığı kabirlere defnetti. Şüphesiz bu uygulama şehitlerin unutulması anlamına gelmiyordu. Zira Peygamber (s.a.s.), her yıl Uhud’a giderek şehitlerin kabirlerini ziyaret ederdi. Onun bu uygulaması sahabe tarafından da sürdürüldü. Bugün de hac ve umre vazifesini yerine getirmek üzere kutsal topraklara gidenler, Uhud şehitlerini ziyaret etmektedirler.

Hz. Peygamber Müslümanları yeniden ayağa kaldırmak için bir hamle daha yaptı: Hamraülesed Gazvesi’ne çıkmak. Bu, Müslümanların gücünü göstermek ve düşmana meydan okumak adına önemliydi. Bu gazve, Uhud Savaşı’ndan cesaret alan Mekkeli müşriklerin Medine’ye baskın yapmasını engellemişti. Neticede İslam’ın nuru Uhud Savaşı’nda yaşanan acı tecrübeye rağmen önce Arap Yarımadası’na, sonra tüm dünyaya yayıldı. Müslümanlar böylece erken dönemden itibaren inançları uğrunda sabırla mücadele ettiklerinde hep muzaffer oldular. Bugün de Müslümanlar aynı iman ve gayretle çalışırlarsa hak ettikleri yeri elde edeceklerdir.

Ayetin bağlamı dışında, dinde Müslümanlara vadedilen bir üstünlük var mıdır?

Din hiçbir zaman dünyevi zenginlik ve şatafat vadetmez. Dünyanın sefası da cefası da herkes için geçerlidir. Din, mensuplarına bu hususta bir ayrıcalık vadetmez. Allah, herkesin emeğinin karşılığını vereceğini haber vermiş ve mal mülk, makam ve zenginlik gibi dünyevi kazanımları insanın emeğine bağlamıştır (Necm, 53/39).

Dinin varlık sebebi insanlara dünya makamları kazandırmak değildir. Bilakis din, dünyada hayır ve selamet, ahirette cennet vadeder. Hayır, zenginlikte olabileceği gibi yoklukta da olabilir. Öyle ya az helal lokma çok haram kazançtan daha hayırlıdır. Müslümanlar, Allah’a samimi kulluk içerisinde azim ve gayretle çalışırlarsa hem dünyada adaletin ve refahın teminatı olurlar hem de ahirette cennete namzet olurlar.

Din, ilk insandan günümüze insanlara huzur ve saadetin yollarını göstermiştir. Sadece bununla kalmamış, adına “şeriat” dediğimiz çeşitli kurallar koymuştur. Tüm bu ilke ve kurallar dünya ve ahiret mutluluğunu temin içindir. Tevhide dayalı bir dünya görüşünün öğretilmesi, ibadetlerin emredilmesi ve kötülüklerin yasaklanması hep bu amaca yöneliktir. Peki, nedir bu mutluluk? Şüphesiz insanlar mutluluğu çeşitli şeylerde arayabilirler. Mutluluğu makam ve zenginlikte, iyi bir iş ve kariyerde, güzel veya şöhretli olmada arayabilirler. Ancak tüm bunlara dikkatle baktığımızda hepsinin geçici olduğunu ve çeşitli sorunları beraberinde getirdiklerini görürüz. Her birisi tıpkı ilaçların yan etkisi gibi muhtelif problemlerle birlikte gelir. Peki, din insana nasıl bir mutluluk versin ki onda kusur olmasın?

Kanaatimizce dinin insana bahşettiği en büyük mutluluk gönül huzuru, iç rahatlığı ve memnuniyet duygusudur. Kur’an buna “itminan” der. Yani gönlün tatmin olması ve iç huzurun elde edilmesi. Şüphesiz bu hâl, tüm maddi kazanımlardan üstündür. Varlıkta ve yoklukta, hastalıkta ve sağlıkta, gençlikte ve yaşlılıkta… Rabbine kulluk bilinciyle yaşayan bir insan için her yeni doğan güneş bir huzur kaynağıdır. Yeni bir güne doğmak, nefes alıp verebilmek, Yaratıcısına secde edebilmek, sevdikleriyle birlikte olmak... Hepsi birer sevinç ve mutluluktur. Buna ne yoksulluk ne de hastalık mâni olabilir. İnsan, hayatın tüm sıkıntılarını kalbine hükmeden Allah sevgisiyle aşabilir. İşte bu, imanın insana lütfettiği bir ayrıcalık ve imkândır.

Yeryüzünde dine neden ihtiyaç var, din insanlığa ne kazandırır?