Söylene Söylene Değişmiş

Bir kimseyi, ilk görüşte tanıyabilir misiniz? Nereden gelir, nereye gider, necidir? Hâli vakti nasıldır? Dünyayı nasıl algılar mesela. Hemencecik çözüverir misiniz? Bu sorudan beklediğim cevap belli. Evet. “Yok nereden bilelim? Olur mu öyle şey?” dedirtmeye çalışıyorum. Çünkü bugünkü anlamlarını yakıştıramayacağımız bir kelimeyle selamlayacağım sizi. Köşemizde ağırlayacağımız kelime: Engin.

Kelimeye iki boyutlu yaklaşacağız bugün. Çünkü bu kelimeyi halk ağzında farklı görüyoruz, yaygın kullanımda farklı. Kelime, Türkiye Türkçesindeki “en” (inmek, alçalmak, çukur olmak) fiiline, “-gın” eki getirilmesiyle oluşmuş. Bugün kullandığımız “in-” fiili ise bu hâlden evrilmiştir. Kaynaklar bize “en-” telaffuzunun 19. yüzyıldan önce daha yaygın kullanıldığını söylüyor. Demek ki kelimemiz, bu eski yaygın kullanımında sabit kalmış. Zaten Anadolu ağzında birden çok kelimede “en-” fiilinden türetilmiş hâllerinin hâlâ kullanıldığını görürüz. (Enecek-merdiven, enek-şalter vb.) Orhun Yazıtları’nda “balıkdakı tagıkmış tagdakı enmiş” (Şehirdeki dağa çıkmış, dağdaki inmiş.) cümlesi, fiile verebileceğimiz en eski örneklerden.

Kelime bu hâliyle yani alçalmak, çukur olmak manasındaki “en-” fiilinden türemesi hâliyle, değeri ve fiyatı düşük anlamında halk ağzında yaşamaktadır. Türkçenin o en saf hâlini şiirlerinde yaşatan halk ozanlarımızdan Karacaoğlan bir dizesinde şöyle ünler bize: “Sen seher yelisin, esersin yakın / Dağıtma kâkülün enginde sakın.” Yine başka şiirinde: “Yücesine çıktım yayla yayladım / İndim enginine seyran eyledim.” der. Buralarda kelime bize alçak yerleri işaret etmektedir. Ama biz aynı kelimeyi neredeyse bunun karşısında yer alabilecek bir anlamda da görürüz. Bu sefer kelimemiz, alçak yerlerde bunalmış olacak ki daha yükseğe tırmanmıştır. Tuhaftır, o anlamı da almışız kabul etmişiz. Demek ki kelimeler bizimle beraber yaşayan, bizimle beraber kalıptan kalıba girebilen varlıklar aynı zamanda. Söz gelimi, aynı insanı hüzne boyanmışken de görürüz pürneşeyken de. Biliriz lakin o ikisinin toplamıdır. Hüzündür de sevinçtir de.

Engin, genel kullanımında bizi göz alabildiğine uzanan anlamıyla da karşılar. Halk ağzında kullanımının aksine engin, gözümüzün görmekte yetemediği yerlere işaret etmektedir. Yine karadan denize bakarken ufuk hattı yönüne de engin denmektedir ki bu da yine bahsettiğimiz genel kullanıma uygundur. Kaynaklar, bu anlamının “en” yani geniş anlamındaki “en” kelimesinden ötürü anlam değişikliğine uğrayıp bu hâline kavuştuğuna da işaret ederler. Yani inmek anlamından sıyrılıp geniş anlamına bürünmeyi kastediyoruz.

Fakat ne fark eder? Dil, bazen kendimizi anlatmakta, iç dünyamızı kelimelere dökmekte kifayetsiz kalsa da kimi seçenekler sunar bize. Karacaoğlan’ın enginini hâlâ kullanıyor olmak ne güzel bir sevinçtir mesela. Ya da engin bozkırı bir sonsuzluk hissiyle seyreylemek. Ne fark eder? Hepsi insana dair değil mi? Dünyadaki gölgeliklerimizi isimlendirmek çabasından başka nedir bu kelimeleri değişik şekillerde hayatımıza dâhil etmemiz? Engini seyreylerken enginden seyreylemeyelim o zaman. Vesselam.

Güzel bir iz bırakmak için...