Evleri çok soğuktu. Kat kat giyinir, sobaya kömür üstüne kömür ekler yine de kuytulardan, kenarlardan, çatlaklardan şen akıncılar gibi ivedilikle, düşman sözü gibi muhatabını bilircesine gelen soğuğa yenilirlerdi. Annesi, örgü paspasları balkon kapısının altına, sıcak havluları ise Hüseyin’in göğsüne sıkıştırırdı. Her müstakil ev gibiydi evleri. Arka odalarda yazın cömertliği, ön odalarda kışın acizliği. Hüseyin büyüdü. Acizlik. Ağır bastı. Fırtınada bir dulda aramaya koyuldular ve doğal gazlı, geniş bir daire buldular. Paranın birazını önden verip ‘işte her odası cömert bir ev’ dediler.
Bundan sonra soba kovası doldurmayacaktı annesi ve üst üste giyinmeyecekti Hüseyin. Evlendiğinde rahatça gelip gidecekti. Evleri gecekondu değil, doğal gazlı, lüks, kocaman bir daire diyeceklerdi. Kız vereceklerdi. Eski evi satıp kalan borcu kapatacak ve bu soğukluktan sonsuza dek kurtulacaklardı. İşte bu yüzden emlakçı, müşteri hazır dediğinde çok sevindiler.
Belgeler ayarlandı, harçlar yatırıldı, komisyon fiyatı belirlendi. Hüseyin, annesinin verdiği vekâlet ile belirlenen saatte tapu dairesine vardı. Tapu memuru imza odasından başını uzatıp satıcı burada mı diye sordu. Burada, dedi Hüseyin. Benim. Peki, alıcı burada mı? Alıcı İsmail Koç? İsmail Koç? Burada mı? Tam o esnada merdivenleri tırmanan yaşlı adamın önce havaya kaldırdığı elini sonra kasketli başını sonra da bedenini gördüler. Merdiveni hızla çıktı yorgun adam ve son basamakta “Burada, burada.” demeye çalışırken nefes nefese kaldı. Yaz günü olmasına rağmen kalın, uzun, örgü bir yelek giymişti. El örgüsü, kahverengi ve fermuarlı… Hanımı örmüştür, diye düşündü Hüseyin. Mağazadaki pahalı deyip örmüştür. Sırtın kavi olsun, oralarda üşütürsün deyip giydirmiştir.
Yaşlı adam güler yüzlüydü, sevecendi. Hüseyin’in kolundan tuttu, tutundu, bıraktı. Sonra kendi göğsünü tuttu, öksürdü, suratı morardı, gözleri yerinden fırladı. Öksürmesi bitip yüzü eski hâline dönünce tekrar gülümsedi, tekrar kolundan tuttu Hüseyin’in. Hadi dedi. Bir eli göğsünde, bir eli Hüseyin’in kolunda akit odasına girdiler. Diline doğru bir ırmak yürüdü Hüseyin’in. İçinde benzer bir öksürük kabardı. Bir kayalık yükseldi. Göğsündeki sıcak havlular boğazına yürüdü.
İsmail amca alma bizim evi üşürsün!
diyecekken gözünün önüne annesi geldi. Onun nasırlaşmış elleri, romatizmadan kütleşmiş bacakları, üst üste giydiği ceketleri kadrajı doldurdu. İsmail amcanın yeleğinin ilmekleri Hüseyin’in içine doğru sökülmeye başladı
-İsmail amca alma bizim evi, üşürsün!
Ama bu evi satamazsak büyük bir eve nasıl çıkacağız, hepimiz o en büyük evi mi arıyoruz, senin önceki evin de bu evden küçük müydü, cennete varana kadar büyük evden daha büyüğüne geçip duracak mıyız, sonra cennete varınca cennetin büyük değil geniş olduğunu mu anlayacağız, her büyük geniş değil midir İsmail amca, kalp genişse ev geniş midir, kalp tıklım tıklım dolduğunda ev daralır mı, cehennem ağzına kadar dolu olduğu için büyük ama geniş değil midir, cennet belki de küçüktür ama boş olduğu için mi geniştir, geniş olduğu için mi büyüktür, sıcak yorganın altı dar değil geniş midir, annemizin dizi küçük ama geniş midir, bu cennete nasıl gireceğiz İsmail amca, avcumuza mı bakacağız, ne getirdiğimize mi bakacağız, avucumuzda bir serçe can çekişiyor sadece, avcumda getirdiğim bir can çekiş sadece…
-İsmail amca alma bizim evi, üşürsün!
Ama şurada kaç yıl ömrümüz kaldı bilmiyorum, küçük bir zafer bizimkisi, zayıfken üstelik, pek de yakışıklı değilken üstelik, güçsüzken üstelik, böyleyken üstelik kazanılmış bir zafer, küçük bir zafer, bir kimsenin gözüne birkaç dakika bakabilmek gibi, çayı tepsiden dökmeden alabilmek gibi, bankodaki memura derdini tek seferde anlatabilmek gibi, küçük insanların küçük zaferleri bunlar, ama karşımızdaki güçsüzse ve zayıfsa kazandığımız zafer zafer midir, ortada bir savaş yokken üstelik, bu savaşsız, bu kandırmaya dayalı düzenin adamı olmak adamın zaferi midir, düzenin zaferi midir, yenilmişler yenilmişleri kandırıyor İsmail amca, buna orta sınıf çatışması diyorlar, bu zafer değil yenilgidir, yalan söylememek için araya emlakçı koyup üzerine para veriyoruz, nasıl satarsan sat diyoruz, oysa sen gelseydin bana ve birlikte bizim eve baksaydık bir üşüme gelirdi ikimize de, örgü yeleğinin içinde kabaran öksürüğü tanırdım, yalvarsan satmazdım evi sana, bu ev sana yaramaz derdim, insanı tahta çıkaran, saray bağışlayan bu düzene dürüstlük kalesinden kaş çatardık birlikte, lakin çatılmış kaşı sattık, dili kiraladık, emlakçı ne dedi de sattı evi sana diye sorarsam namerdim, işte bu yüzden namerdim bağışla İsmail amca.
-İsmail amca alma bizim evi, üşürsün!