Bir Düşünce Deneyi Olarak Uçan Adam Metaforu ya da Düşünüyorum O Hâlde Varım

İnsanların doğalarındaki anlama ve kavrama farklılıklarından dolayı filozoflar ürettikleri fikirleri bazen simgesel ve alegorik şekilde sunmuşlar. İslam dünyasında alegorik öykü geleneğinin Hay b. Yakzan ile başladığı malum. Bunun dışında İbni Sina’nın ruh ve nefs ilişkisi, ruhun ölümsüzlüğü gibi felsefenin en zor konularını “boşlukta uçan adam” metaforu ile anlatması da hayli ilgi çekici. Hemen aklınıza Descartes’in “Düşünüyorum o hâlde varım!” sözü geldi değil mi?

Beyrut Ulusal Müzesi’nin girişinde insanları mozaiklerle karşılayan “yedi bilge”nin “Kendini bil ve ölçülü ol!” deyişi İslam düşüncesinde “Kendini bilen Rabbini bilir.” e dönüşmüştür. Bu düşünce bize insanın kendi doğasını ve yetisini tanımasının, ifrat ve tefritten kaçınarak itidal üzere iffetli, şecaatli ve hikmetli bir hayat sürüp kâmil insan olmasının aşamalarını anlatır. Bir başka yazıda da sayılar ile bunların gizemleri üzerinde dururuz ama burada sadece İslamiyet’ten önceki yedi ozan/şair ve Muallakat-ı Seb’a diye bilinen eserleri hatırlamak yeterlidir.

Grek felsefesinde “yedi bilge” denilince, Thales, Pittakos, Periandre, Chilon, Bias, Cleobule, Solon sayılır ama Sokrates ve İskit filozofu Anakharsis’i de buraya ilave edenler var. Önemli olan şey onların ahlak felsefesine dair ilkeleri yani “Kendini bil, hiçbir şeyi abartma, arzularına hükmet.” demeleri. Tabii Apollon Tapınağı’nın kapısında da yazılı olan “Kendini bil!” ifadesini felsefe tarihinin mottosu hâline getiren Sokrates’tir. Platon bunu Diyaloglar’da “Sadece bir insan olduğunu bil!” diye yorumlayarak konuyu ayrıntılı olarak müzakere eder. Thales’le başlayan Ezelî Hikmet’in temel ilkelerinden biri olan bu bilgi, Platon’da insanın kendisini bilme çabasının belirgin bir sonla bitmeyeceğine vurgu yaparak devam eder. Sorgulanmayan yani muhasebesi yapılmayan bir hayatın da yaşanmaya değmeyeceğini düşündüğümüz zaman konu Heraklit’in dediğine çıkar: “Bütün yollarını yürüsen bile ruhun sınırlarına ulaşamazsın, öylesine derindir ruhun ‘logos’u.”

Şimdi biz bu girift konuyu devşirerek Hz. Muhammed’in yol ve yöntemi bağlamında yeniden üreten Müslüman filozofların ne önerdiğine bakalım. Bu çerçevede İbni Sina “Kendi nefsine dön ve iyice düşün.” der. Burada kastedilen, kişideki “ben” yani nefstir. Bedene can veren bu ruhani cevher, Rabbini tanır, hakikati kavrar, ona döner. Bu süreçte insan, nesneleri kendine uygun benzerlikler kurarak bilir. Allah, insanı bütün âlemlerin bir özeti, bir numunesi şeklinde yaratmış ve evrendeki her şeyin bir misalini onda toplamıştır. Kişi, kendindeki bu sıfatları bildikçe, evrenle Yaradan arasındaki benzerlikleri keşfeder ve onu bilmeye başlar.

Tam bu noktada İbni Sina’nın “uçan adam (insan-ı tair) metaforu” devreye girer. Bu bir düşünce deneyidir; bilincimizi ve varlığımızı bedenimizden bağımsız olarak ruhumuzla hissedip hissedemediğimize dairdir. Bedensel ve cismani olandan tamamen soyutlanarak havaya salınmış diğer bir ifadeyle boşlukta asılı kalmış, hiçbir yere temas etmeyen, havanın herhangi bir basıncı olmadan hareket eden bir insan düşünün. Dış dünyaya dair hiçbir duyum alamayan bu insanın bilgisi yoktur, hatta kendi bedeninin varlığını da ileri süremez. Zira duyu algısı yoktur, organları ayrıdır. Fakat kendi benliğinin var olup olmadığını düşünür. Kendisi diye kabul ettiği şeyi, birtakım uzuvları olduğunu bilmeksizin tanıyabilir. Yani kendinin varlığını olumlar, ispat eder. Bu konuda hiçbir şüphesi yoktur. Peki, böyle bir durumda dahi zatının varlığına dair bir idrak oluşuyorsa bu aracısız idraki sağlayan nedir?

İbni Sina’ya göre bunu algılayan kalp, beyin gibi bir organ veya duyuya benzer bir şey değildir. Varlığını algılayan güç nefstir; nefs bedende tasarruf eden manevi bir tözdür. Töz (cevher/ousia/subtance), felsefe ve mantıkta önemli bir terim olup kendi başına bulunan, değişmeyen, daima bir yüklemin konusu olan ama kendisi yüklem olmayan öz varlık diye tanımlanır. Zıddı ise ilinek (araz/accident) olup gelip geçici niteliğe denir.

İbni Sina’nın düşünce deneyine dönersek, aslında gerçeklik incelendiği zaman o “sen” sindir. Demek ki ben (kendilik), bedenden bağımsız olarak kendi varlığını idrak edebilen nefstir. Dolayısıyla ruh (nefs) bedenden farklıdır. Nefs, bedenden ayrılınca, canlı bir şey olmaktan çıkar, cesettir artık o. Demek ki nefs, bir ilinek (araz) değil, kendi başına var olan bir tözdür. Nefs (ruh), beden yokken de varlığın bilgisine ulaşabilir; bu bir kendilik hâlidir, öz bilinçlilik (şu’ûr bi’z-zât) ki İslam felsefesi ve kelam ilmi açısından son derece önemlidir.

Öyle görünüyor ki İbni Sina, bu metaforla düşünmeyi bir bilinç hâli ve bir tür farkındalık olarak yorumlar. Burada asıl olan “düşünülemeyecek tek şey düşünememek” tir. Ondan yüzyıllar sonra yaşamış, Batı modern felsefesinin önde gelen filozoflarından olan Descartes de “Düşünüyorum o hâlde varım.” der. O da insanda bulunan varlık hissini, duyu organlarından bağımsız olarak algılar. Bu varlık hissinin kaynağı bedenden ayrı, manevi bir cevher olan ruhtur.