Paylaşmanın Hazzı

Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça

iyiliğe asla erişemezsiniz.

Âl-i İmrân, 3/92

Birbirini takip eden günler, baharlar, kışlar, başlangıçlar ve bitişler insana bu dünyada hiçbir şeyin mevcut hâliyle kalamayacağını, iniş ve çıkışların hayatın gerçeği olduğunu fısıldar. Yaşanılan bir hayal kırıklığı, kaçıp giden bir fırsat, geleceğe dair tükenen umutlar insanı duygusal yorgunluğa sürüklese de bir yerlerde tutunacak bir dal olduğunu bilmek kalbi teskin eder. Ve insan hayatına anlam katacak daha başka yolları aramaya koyulur. Her insan farklı bir yol tutsa da kimilerinin hikâyeleri başkalarına da ilham verir, böylece yakından uzağa paylaşarak çoğalacak iyiliklerin ilk adımları atılmış olur.

Hepimiz eş dost sohbetlerinde ya da televizyon kanallarında şahit olmuşuzdur iyilik hikâyelerine. Hepsi de derdi, kederi ve çaresizlikleri paylaşmanın insana iyi geldiğini vurgular. Bu hikâyelerin anlatıldığı programlardan birinde konuk Hatice Hanım’dı. Hatice Hanım; kimsesiz, hasta ve yaşlı insanlara evinde pişirdiği yemekleri götürüyor, kendisi yiyemeyecek durumda olanlara bizzat yedirip içiriyormuş. Çevresinde ona destek olan nice hayırsever olduğu gibi tanımadığı insanlar için neden bu kadar fedakârlıkta bulunduğuna anlam veremeyenler de varmış. Anlattıkları gerçekten hem üzücü hem de umut vericiydi. Şu sözleri insanın aklında yer edecek cinstendi: “Yaptığım şeyleri anlamlandıramayanlara kızamıyorum, bilakis onlar için üzülüyorum. Çünkü birine karşılıksız yardım etmenin ne büyük manevi bir lezzet olduğunu hiç tatmamışlar. İçe dönük birtakım sorgulamalar yaşarken Allah’ın insanları yeryüzüne göndermesindeki sebeplerden birinin de diğer insanların yükünü hafifletmek olduğunu keşfettim, işte o zaman hayata bakışım değişti. Her sabah bugün insanlara daha fazla nasıl yardım edebilirim düşüncesiyle uyanıyorum. Kendimi hem aciz hem de çok güçlü hissediyorum; acizim çünkü herkese yetişebilecek bir potansiyele sahip değilim, güçlüyüm çünkü Allah beni onlarca kişinin yardımında destekliyor ve yüreğim huzurla dolu.”

Hatice Hanım hissettiği mutluluk ve huzuru anlatırken Harvard Üniversitesinin 75 yıl süren mutluluk araştırması aklıma geldi. Uzmanların söylediğine göre “Harvard Yetişkin Gelişimi Çalışması” insanların mutluluk ve sağlıklı yaşamlarına dair yapılan en kapsamlı araştırmalardan biriymiş. Birçok insan mutluluğun; başarıya, şöhrete veya zenginliğe bağlı olduğunu zannetse de araştırma sonuçları tahminlerin uzağını işaret ediyor. Araştırmaya göre insanın “hayattan memnun oluşu” diğer insanlarla kurduğu sağlıklı ilişkilere bağlıymış. Başka insanların ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmak, sahip olduklarını paylaşmak beynin haz ve sosyal bağlantı ile ilişkili bölümlerini harekete geçirirmiş. Sevdiğimiz birini gördüğümüzde beynimizde neler oluyorsa cömert olduğumuz zamanlarda da beynimizde aynı ödül mekanizmaları çalışırmış. Bu durum verirken dahi ne çok şey aldığımızı, fıtratımızın paylaşmaya yatkınlığını gösteriyor.

İnsanı paylaşmaya ve cömertliğe yatkın yaratan Yüce Allah, İslam ile kardeşlik ve dayanışmayı merkeze alan bir toplum tasavvuru sunar. Bu toplumda kişi kazancını helal yollardan temin için çalışır, kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin ihtiyaçlarını karşılar. Harcamalarında israf etmekten kaçınır. Kazancının bir kısmında başta yakın akrabaları ve komşuları olmak üzere ihtiyaç sahibi kimselerin de hakkı olduğunu bilir. Elindekini paylaşırken karşı tarafı rencide etmemeye ve incitmemeye özellikle dikkat eder. Yaptığı yardımı olur olmadık yerlerde dile getirmez, gösteriş ve kibir vesilesine dönüştürmez. Kazancının paylaştıkça -matematik formülleriyle asla açıklanamayacak şekilde- bereketlendiğini fark eder. Her Müslüman yakınından başlayarak diğer insanları da düşündüğünden toplumun geneline yansıyabilecek yoksunluklar yaşanmaz.

Bu tablo insanın mutluluğunu ve toplumun refahını temin edecek olsa da bazı endişeler insanı paylaşmaktan alıkoyar. Elindeki imkânı kaybetme, kendi ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak duruma düşme kaygısı bunların başında gelir. İnsanın ihtiyaçlarının yaşadığı topluma ve döneme göre çeşitlenmesi olağandır. Günümüzde sanayileşme ile artan üretim insanların ihtiyaç kalemlerini de çeşitlendirmiştir. Artık daha çok “şey”e ihtiyaç vardır ve listeye sürekli yenileri eklenmektedir. Peki, insan “daha sonraki bir ihtiyaç” için parasını muhafaza etmeye çalışırken nasıl başkalarına maddi yardımda bulunabilir?

Her zaman iyi ve güzele meyyal olan insan bir de kendini sahip oldukları ve tüketebildikleri üzerinden tanımlama derdindeyse elbette sürekli “daha” fazlasına ihtiyaç duyar. Daha iyi, daha konforlu, daha yeni, daha, daha ve daha… Çünkü “daha”sı insanı var eder, güçlü ve üstün gösterir. Kişiyi yanıltan da işte bu düşüncedir. Çünkü bu algıyla kişi ruhunun daha ulvi gereksinimleri olduğu gerçeğini göz ardı etmiştir.